OKTAY CANDEMİR
Türkiye’nin 100 yıldır yaşadığı en büyük çalkantılardan biri, Kürt meselesiyle ilgili yaşadığı tıkanıklıktır. 1990'ların başından bu yana barış umudu ile başlayan tüm süreçler, ne yazık ki, beklentileri karşılamanın aksine daha büyük trajedilere neden oldu. Kürt meselesi, oldukça karmaşık ve iç içe geçmiş politik, ekonomik ve toplumsal gerekçelere dayanıyor. Türkiye'nin neden yeni bir sürece başlamak zorunda kaldığını bazı başlıklar altında değerlendirebiliriz. Aslında şöyle de diyebiliriz, bayram değil, seyran değil, devlet, Kürtleri neden öptü?
Yurtta barış, sınır ötesinde savaş mı?
İçeride Kürt gerçeği, yıllarca inkâr edildi ve bastırıldı. Ancak günümüzde, bu gerçeğin sınır ötesine taşınması, hem uluslararası ilişkilerde hem de güvenlik stratejilerinde önemli bir yer tutuyor. Suriye ve Irak’taki Kürt hareketlerinin güçlenmesi, Türkiye’nin kendi sınırları içinde Kürtlerle barışçıl bir çözüm arayışına girmesinin belki de en önemli sebeplerinden biri. Ancak, bu sürecin sadece güvenlik kaygılarıyla şekillenmesi, barış ve demokrasi adına pek de umut verici değil. Yani, Kürt meselesi nihayetinde Türkiye’nin sınırlarını korumak için bir stratejik zorunluluk olarak ele alınıyor. Buradan anladığımız Türkiye'nin Kürt meselesine kendi yurttaşlarının problemlerini çözmekten çok konuya güvenlik meselesi olarak baktığıdır. Yurtta barış diyen devlet, sınırın ötesinde savaş mı diyecek, yoksa sadece bu coğrafya da değil, sınırın ötesinde yaşayan Kürtlerle de barış diyecek mi? Açıkçası ben meseleye buradan baktığımda iyimser olamıyorum.
Ekonomik Zorluklar ve Yeni Reform İhtiyacı
Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz, hükümeti bir çözüm süreci arayışına yöneltti. Dünya Bankası’ndan 45 milyar dolar para bekleyen Türkiye, içerideki ekonomik çöküşü engellemek için uluslararası destek almak zorunda. Bu parayı alabilmek için, iç politikada bir normalleşme süreci ve reformlar yapılması gerektiği oldukça açık. Bir ülke ne kadar dış yardıma muhtaçsa, o kadar içeride sorunları da çözmek zorundadır. Bu da doğal olarak Kürt meselesinin tekrar gündeme gelmesine neden oldu. Ancak ekonomik sebeplerle başlatılan bir süreç, ne kadar sağlıklı bir çözüm getirir, bu da ayrı bir tartışma konusu.
İktidarın Ömrünü Uzatma Planları
AKP, 22 yıllık pragmatist bir parti olarak, pek çok konuda adımlarını mecburiyetler doğrultusunda atmıştır. Bu sürecin sonunda da hedefi, ömrünü uzatmak ve iktidarını sürdürebilmek olabilir. Eğer süreç nihayetinde başarıya ulaşırsa, AKP’nin uzun yıllar iktidarda kalma ihtimali oldukça yüksek. Ancak unutulmamalıdır ki, AKP her zaman pragmatist bir partidir ve kendi çıkarları doğrultusunda süreçleri şekillendirmek istiyor. Bu sebeple, Kürt meselesi ve çözüm süreci, AKP için bir “mecburiyet” olmaktan öte, siyasi bir avantaj sağlama aracı olarak kullanılıyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinde oy kaybeden AKP'nin çözüm sürecinin kendisine zarar verdiğini düşünerek süreci bitirdiğini hatırlamak gerekiyor. AKP'nin Kürt meselesini şu anda partiler ve siyaset üstü bir durum olarak değerlendirdiğini söylemek oldukça zor.
Yeni Anayasa ve Referandum: Demokrasi mi, Manipülasyon mu?
Bir diğer kritik mesele ise, AKP’nin anayasa değişikliği planları ve referandum süreci. AKP-MHP, istediği anayasa maddelerini istediği doğrultuda hayata geçirmeyi planlıyor. Demokrasi adına atılacak her adımın, yasal güvence altında ve açık bir şekilde halka sunulması gerekiyor. Ancak geçmişte yaşananlar, sürecin sadece bir aldatmaca olabileceği endişelerini pekiştiriyor. 2013-2015 yıllarında yaşanan çözüm süreci, devletin bilgisi dahilinde sürerken yapılan görüşmelerin, sonrasında suç sayıldığını ve o süreçte çözüm için çalışan binlerce Kürt’ün ya cezaevine konulduğunu ya da sürgün edildiğini söylemek gerek. AKP, yeni süreci kendisi için bir kalkan olarak mı değerlendiriyor, yoksa gerçekten demokrasiyi inşa ederek özgür-demokratik bir Türkiye mi istiyor, bu konuda genel kamuoyunda ciddi endişeler var.
Sonuçlanmayan Süreç, Yeni Felaketlere Yol Açar
1993 ve 2013 ateşkes süreçlerinin ardından, ortada kalan hayal kırıklığı ve açılan yaralar hâlâ taze. 1999'dan Öcalan'ın çağrısı üzerine PKK'lilerin sınır dışına çekilmesi sürecinde yapılan operasyonlarda yüzlerce PKK'linin yaşamını yitirmesi hafızalarda tazeliğini koruyor. 2009-2010 yılında Habur ve Oslo süreçlerinin tökezlemesinin hemen ardından AKP hükümetinin sınır içinde ve dışında yaptığı askeri harekatlar ve şehirlerde vuku bulan KCK operasyonları büyük acı ve yıkımlara neden oldu.
Son 30 yıllık tarihte yaşadıklarımız, başarısız ve yarım kalmış çözüm süreçlerinin Kürtler için büyük felakete dönüşebileceğini gösteriyor. Eğer iktidar, sadece zaman kazanmak amacıyla bir çözüm süreci başlatıyorsa, bu sürecin başarıya ulaşma şansı yok. Her ne kadar barışın sağlanmasını hepimiz istesek de, bu süreçte atılacak her adımın güvence altına alınması gerekir. Abdullah Öcalan’ın vurguladığı gibi, bu adımlar mecliste görüşülürse ve yasal güvence altına alınırsa bu daha sağlıklı olacaktır.
AKP ve MHP'nin çözüm planı nedir?
Şu ana kadar anladığımız kadarıyla iktidar ortaklarının bir çözüm planı yok. 'İç cephe ve terörsüz Türkiye' söylemleri hükümetin silahsızlanma üzerine bir plan yaptığını gösteriyor ama silahsızlanmanın sonuçlarının ne olacağı konusunda henüz bir fikirleri ya da niyetleri yok. Kürt meselesi nasıl çözülecek, çözümden kastettiklerinin ne olduğunu bilmiyoruz. Örneğin Kürt kimliği, anadilde eğitim ve yerelde demokrasinin nasıl yapılandırılacağı tam bir muamma. AKP, MHP hükümeti bunu yapar mı? Neticede sadece bir ay önce belediyelere kayyum atan bir anlayıştan söz ediyoruz.
Yanlış adımlar büyük felaketlere yol açar!
İktidar ve devlet aklı, eğer gerçekten barış istiyorsa, bu sürecin her aşamasının şeffaf ve yasal güvencelerle yürütülmesini sağlamalıdır. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi mecburiyetleri, Kürtlerle barış için bir fırsata dönüşebilir. Fakat unutulmamalıdır ki, her adımın sağlam temellere dayanması gerekiyor. Bu süreç, hem Kürtler hem de tüm Türkiye halkları için yeni bir dönemin başlangıcı olabilir, fakat tek bir yanlış adım, daha büyük bir felakete yol açabilir. Barış süreçleri oldukça riskli ve kendi içinde yeni ve daha fazla savaş potansiyelini de barındırıyor. Geçmiş, bunun örnekleriyle doludur.
Ancak, bunların aksine eğer gerçekten bu ülkeye barış gelirse, bu sadece Türkiye için değil bütün Ortadoğu için önümüzdeki yüzyılda refah, özgürlük ve demokrasi demektir. Yeni süreci desteklemek ve sahip çıkmak gerekiyor ama geçmişte yaşananlardan da ciddi manada dersler çıkarılmasından yanayım.
Yaşananlar gerçekten yeni bir süreç mi olacak, yoksa eski süreçlerin bir tekrarı mı, yaşayıp göreceğiz.