VECDİ ERBAY/GAZETE DUVAR
Diyarbakır'dan Mardin'e dolmuşla gelmek kolay oldu. Çünkü sıcaklar kırılmış ve hava limonata tadındaydı. Bilen biliyor, yaz aylarında bu güzergahta yolculuk yapmak feci bir eziyete dönüşüyor. Velhasıl, şoförle "Klimayı açar mısın?" tartışması yaşamamak nimet gibi bir şeydi.
Ancak Yeni Mardin'den Eski Mardin'e çıkmak hafif tertip bir maceraya dönüştü. Şehir içine çalışan dolmuşlar tıklım tıkıştı. Binmek pek mümkün görünmüyordu. Boş bulup atladığım takside ise başka bir sürpriz bekliyordu beni. Cumhuriyet Meydanı'na gitmek istediğimi söylediğimde şoför, "Seni ancak girişe kadar götürebilirim" dedi. Nedenini sorunca trafiği gösterdi: "İçeri girersem çıkamam. Hem yürüyerek daha hızlı gidersin."
Trafik daha Yeni Mardin'de kilitlenmişti. Araçlar dura kalka ilerleyebiliyordu. Taksicinin önerisi akla yakın görünüyordu. Ayrıca cadde başından ya da bilinen eski ismiyle Deriyê Meşkîna'dan (Meşkinalıların Kapısı) Cumhuriyet Meydanı'na yürümek keyifli de olabilirdi.
Araç trafiği tam bir felaketti. İyi ki yürümüşüm gideceğim yere. Fakat iki kişinin yan yana zor yürüyebildiği kaldırımdaki yaya trafiği de kolay değildi. Taksi şoförü trafik yoğunluğunu hafta sonu yoğunluğuna yormuştu. Doğruydu, çevredeki illerden ve ilçelerden insanlar Eski Mardin'e akın etmişti sanki. Ama turlarla gelen turist sayısı da azımsanacak gibi değildi. Küçük dükkanların önünde kümeleşen ve dar kaldırımdaki yaya trafiğini felç edenler, turlarla Mardin'e gelenlerdi zaten. Bıttım sabunuyudu, Süryani şarabıydı, çerezdi, gümüşçü dükkanlarıydı derken kaldırımda ilerlemek için akrobatik bazı hareketlere ihtiyaç duyuluyordu.
Mardin'de sonbahar turizmi bütün yoğunluğuyla devam ediyordu. Geleneksel kıyafetler giyen kadınlar, Şervano şarkısına ritim tutan, meydanda süslenmiş katırlarla fotoğraf çektiren turistlerin davranış biçimi için oryantalist demek mümkün ancak, en azından şimdilik, "enteresandı" demekle yetinmeyi tercih ederim.
Bütün bunları izleyeceğim bir kahve biliyorum. Derlediği çayları müşterilere dağıtan kahveci ile birlikte sokağı izlemenin de bir keyfi var.
*
Mardin'de sadece turizm ticaret yoktu, siyaset de vardı elbette. Yeni bir sürecin konuşulmadığı Kürt şehri hatta köyü yoktur zaten. Muhtemel bir süreç konuşuluyor, yorumlanıyor, nasıl olması gerektiği konusunda fikirler beyan ediliyor. Bir tokalaşmadan bin mana çıkarmak için mekan ve zaman sınırı yok üstelik. Evde, kahvede, herhangi bir toplantıda tokalaşmanın evrileceği yer konuşuluyor.
Mardin'de muhtemel bir yeni süreç, Diyarbakır'daki ciddiyetten farklı olarak, tuhaf bir rahatlıkla yapılıyor. Bu rahatlığı, "Yeni bir çözüm süreci olsa da olur olmasa da olur" noktasına getirenler var. Bu kesimin yaklaşımında insanın içini karartan bir sonuç ve fakat bir tutarlılık da var. Ortadoğu ve dünyadan gelişmeleri hatırlatarak, "Îcar emê bi hevre bişewitin" (Bu sefer birlikte yanacağız) diyorlar. Birlikte yanmayı ise şöyle tarif ediyorlar: "Ortadoğu'da başlayan savaş bu tarafa sıçrarsa bize yeni bir şey olmayacak, biz kırk yıldır zaten bir savaş yaşıyoruz. Böyle bir durumda Fırat'ın öbür tarafı da savaşın gerçek yüzüyle karşılaşacak ve belki o zaman biz neler çektik, neden barış istiyoruz, daha iyi anlayacaklar."
Bu çıkarsama, aslında az önce sözünü ettiğim rahat görünümün yanıltıcı olduğunu gösteriyor. "Yeni bir süreç olsa da olur olmasa da" nereden bakarsanız bakın, 40 yıldır rahat yüzü görmemiş insanların bir çeşit serzenişi aslında.
Kahveye gelenler oluyor, gidenler oluyor. Arapça, Türkçe ve Kürtçe konuşmalar birbirinin ayağına dolanmadan kahvenin içinde kendine yer buluyor. Arada susuyoruz ve kahvenin geniş camından dışarıya, kaldırımdan ağır aksak akan insan kalabalığına bakıyoruz. Turistlerin her şeye merakla bakışı biraz tuhaf mı ne?
Muhtemel bir yeni süreçle ilgili mesajını dolaylı yoldan vermeyenlerin çoğunlukta olduğunu belirtmek gerekiyor. "Artık barış olsun, insanlar ölmesin, daha ne diyeyim" sahici bir talep ama o kadar dile getirilmiş ki aşınmış sanki. Yeni sürecin yeni bir dile ihtiyaç duymadığını kimse iddia edemez her halde. Bu net talebin içinde yüzyıldır devam eden ve son 40 yıldır askeri ve siyasi olarak önceki hak talepli kalkışmalardan başka bir evrede ve biçimde kesintisiz sürdürülen mücadelenin neden olduğu yorgunluk gizli. Ancak bu cümlenin esas olarak iktidarı elinde bulunduranlara yönelik minnetsiz bir güvensizlik barındırdığını sohbet koyulaşınca anlıyorsunuz.
Devlet hem içeride hem de dışarıda sıkıştı. Devlet nefes alabilmek umudu ya da hesabıyla bir kez daha Kürtlere yanaşma ihtiyacı duydu. Devlet Bahçeli'nin tehdit unsuru olarak kullandığı demir yumruğu bu nedenle çözüldü, pamuk gibi yumuşadı ve Meclis'te Kürtlere uzatıldı. Devletin barışı görüşmeye, uzlaşmaya, mutabakata hazır olduğunun nişanesi olarak. Her halükarda uzatılan bir el varsa tutmak gerekir. Eninde sonunda o çok özlenen barış, kiminle savaşıyorsan onunla gelecek. Bu bir. İkincisi, Osmanlı da oyun çok ve devlet, Bahçeli'nin elini kullanarak yine bir oyalamanın, aldatmacanın peşinde olabilir. O halde, 2015'te başlayan çatışmalı sürecin deneyimiyle temkinli olmakta yarar var. Adımlar hassas atılmalı.
Camın öte yanındaki insanlar hatta ilerleyemeyen trafik bile sevimli görünüyor bana. Bunun nedeni içtiğim demli kaçak çaylardan çok kahve ahalisinin berrak zihni ve "barış, hemen şimdi" deseler de her ihtimale hazırlıklı iç dünyaları olmalı.
*
Bir süreç olacaksa bunu kim yürütmeli? Buraya nereden geldik bilmiyorum ama Leyla Zana'nın, hapiste de olsa Selahattin Demirtaş'ın, geçmiş deneyiminden dolayı Sırrı Süreyya Önder'in ve Ahmet Türk'ün adı geçiyor en çok. Biz bu sohbeti yaparken Önder ve Türk, Suruç'ta Şenyaşar ailesinin kan davasına çözüm üretmeye çalışıyorlardı.
Ahmet Türk sadece Mardinlilerin değil, bütün Kürtlerin vazgeçmediği isimlerdendir. Siyasette geçirdiği yıllar içinde edindiği deneyim bu sevginin oluşmasında rol oynuyor elbette. Ama siyasi arenadaki bütün altüst oluş süreçlerinde sergilediği sahici tutum, bu sevginin pekişmesinde esas unsur. Bu nedenle Kürtlerin yeni bir çözüm süreci görüşmeleri içinde Ahmet Türk'ün yer almasını istemesinde şaşılacak bir durum yok. Hissiyatımı da bir sır gibi paylaşacak olursam, Ahmet Türk seçimlerden çok önce olası bir çözüm süreci için hazırlanıyordu. Şu notu da düşeyim: Elbette çözüm sürecini kimler yürütecek aşamasına büsbütün gelinmedi henüz. Ama benim naçizane hissiyatımdan bağımsız olarak, büyük bir ihtimalle hem devlet hem de Kürt siyaseti bu isimler üzerinde düşünüyorlardır.
*
Sanki birden fark ediyorum: Kahvede gençler yok. Gençlerin turistlerle birlikte Mardin'in eski evlerinden kafeye dönüştürülen mekanlara takıldığını düşünüyorum. Eh, bu mekanların büyük çoğunluğunun esası mümkün olduğunca bozmadan çok güzel bir ova manzarası sunduğunu hesaba katarsak, gençlerin tercihlerinde bir yanlışlıktan söz etmek doğru olmaz.
Biz kahve ahalisi caddedeki araç ve insan trafiğine bakarak son günlerde bir kez daha gündeme ağırlığını koyan Kürt meselesini konuşuyoruz. Fikirler havada uçuşuyor fakat dönüp dolaşıp bir güvensizlik girdabına hapsoluyor. "Keşke bütün taraflar samimiyetle barışı konuşsa." Bu temenni cümlesi, söylenecek sözlerin, dolayısıyla sohbetin bittiğini gösteriyor. Ancak son bir sorum var: CHP Genel Başkanı Özgür Özel bölge turuna çıkıyor. Bundan nasıl bir mana çıkarmak lazım? Bu seyahat söz konusu yeni süreç ihtimaline katkı sunar mı?
Anlaşılan o ki CHP, Kürt meselesi hakkında cesur, kararlı, hakkaniyetli adımlar atmadığı sürece geçmişte bıraktığı olumsuz izlenimi silemeyecek Kürtlerin hafızasından. Özel, mahpus Selahattin Demirtaş ile Selçuk Mızraklı'yı ziyaret etsin, istişarelerde bulunsun ve çıkışta olumlu mesajlar versin elbette. Ama elini taşın altına koymaktan, meselenin çözümü için sözünü söylemekten ve tarafları bir masa etrafına toplamak gayretinde bulunmaktan da geri durmasın.
Sokak Kürt meselesinin çözümü için atılacak muhtemel adımları böyle yorumluyor. O halde akşam karanlığı çökmeden postanenin karşısındaki çaycılardan birine gitmeli, çay içip gepgeniş ovaya ve eğer hava açıksa duvarla ikiye bölünmüş Dirbêsîyê'e bakmalı.