HABER: GÖKÇER TAHİNCİOĞLU/T24
RADİKAL PRESS- Suriye’de HTŞ öncülüğündeki grupların Şam’ı sadece 12 günde ele geçirebilmesinin uluslararası bir anlaşma çerçevesinde gerçekleştiğinin önemli kanıtlarından birisi, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yeni yasama yılının açılışında DEM Partililerin elini sıkmasıyla başlayan ve boyutlanarak devam eden süreç.
Bahçeli’nin grup toplantısında yaptığı, İmralı’daki Abdullah Öcalan’ın “umut hakkından” yararlandırılarak TBMM’ye gelmesi, DEM Parti kürsüsünden PKK’nın silah bıraktığını açıklaması çağrısını Suriye’de olup bitenlerden bağımsız okumak artık imkânsız.
Bütün bu hamlelerin sadece Erdoğan’a yeniden adaylık yolunun açılması için yapıldığı iddialarını da boşa çıkartan bu gelişmeleri yine de yeni anayasa ve Erdoğan’a bir dönem daha adaylık olanağı sağlanmasından da bağımsız okumamak gerekiyor.
Olup bitenlerin tamamı bir yandan Türkiye’nin Suriye ve bölgedeki yeni gelişmelere nasıl müdahale etmeyi tasarladığının anlaşılması, diğer yandan iç politikada AKP’nin bunun sonuçlarını bir dönem daha iktidarla alma planları ile yakından ilgili elbette.
* * *
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşmek için başvuru yapan DEM Parti’ye yakında yanıt verileceğini açıkladı.
Kulislerdeki bilgilere göre, Ankara’nın ağırdan alma nedenlerinden biri Suriye’deki geçici yönetimin hamlelerini ve gelişmeleri görmek. Bununla birlikte, İsrail’in bölgedeki yayılmacı politikasının nereye kadar uzanacağını izlemek ve en önemlisi ABD’nin tavrını ölçmek. Trump’ın 20 Ocak’ta yemin ederek göreve başlayacak olması ABD’nin tereddütlü davranışlarına yol açmış olsa da görevi devretmeye hazırlanan Biden’ın, Suriye’nin destek vereceklerini açıkladığı komşuları arasında Türkiye’yi saymamasının not edildiğini de belirtelim.
Peki İmralı’dan ne bekleniyor? Geçmişteki çözüm süreçlerinden farklı yürütüleceği açıklanan ve zaten net biçimde belli olan bu karmaşık atmosferde İmralı’nın hangi rolü oynaması isteniyor?
Aslında beklenti açık…
PKK’nın tasfiye edilmesi, DEM Parti’nin pozisyonunun güçlenmesinin sağlanması… Suriye’nin kuzeyinde yapılacak hamlelerin Türkiye’ye yansımasının önlenmesi. Ve hatta PYD yönetiminin de çatışmasız böyle bir süreç için ikna edilmesi…
Ankara’da bu konuda rivayetler muhtelif.
Ankara’da Öcalan’ın ev hapsinde tutulması için özel bir villa hazırlandığını söyleyen de var, kayyım politikalarına son verilerek yeni anayasada yapısal bazı değişikliklerin yapılacağını iddia eden de…
Vaat edilenlerin özetini “Türkiye sınırları içinde normalleşme” diye açıklayanlar da var.
Hatta bu konuda çeşitli çalışmalar da yapılmış durumda bu kişilere göre.
Bahçeli’nin işaret ettiği umut hakkı, ömür boyu cezaevinde kalması gereken kişilerin 25 yıl hapiste kaldıktan sonra durumlarının yeniden değerlendirilmesi ve gerekirse serbest bırakılmasını içeriyor.
Bu hakkın kullanılması için bir yasal değişiklik de gerekmeyebilir. AİHM kararlarına uyulmasına yönelik bir mahkeme kararı yeterli.
Ancak bu durumda sadece Öcalan’a değil, aynı durumdaki bini aşkın kişiye de bu kararın uygulanması gerekecek. Ankara’da bunların kimler olduğu bile önceden belirlendi. Haktan kimlerin yararlanabildiği, kimlerin yararlanamadığı araştırıldı.
Ancak yasal değişiklik gerektiren aşamalar da var. Öcalan’ın bütünüyle serbest kalması istenmiyorsa, iddia edildiği gibi ev hapsi gibi seçenekler öngörülüyorsa, bunun için yasal değişiklik gerekiyor. Bu konuda da bazı taslak çalışmalar, akıl yürütme aşamasında tutulan planlar var.
Ve bunların tamamı elbette alınacak sonuçlara bağlı.
* * *
Suriye’de havadan ve karadan aralıksız operasyon yapan İsrail’in bir tampon bölge kurarak, bu bölgenin diğer tarafını da PYD’ye bırakmak istediği sır değil.
Ankara ise elbette İsrail-PYD komşuluğunu istemiyor, bu temasın büyük sorunlara yol açacağını düşünüyor.
Ankara’nın öncelikli isteği, PYD’nin Şam’ın bir parçası haline gelmesi. Otonom yönetime ve statü hayallerine son vererek kurulacak yeni Suriye ordusuna entegre olması. Elbette elindeki bütün bölgeleri de Şam yönetimine bırakması.
HTŞ’nin de çatışmasızlık halinde bulunduğu PYD’den benzer taleplerde bulunacağı ortada.
Ancak ABD ve İsrail’in varlığı ve planları bu noktada belirleyici.
Suriye’nin verimli topraklarını, petrol yataklarını kontrolünde bulunduran PYD ile ilgili atılacak adımlar bu nedenle kritik önemde.
Ancak Ankara’nın bu seçenekler söz konusu olmazsa, PYD’yi sınırdan uzaklaştıracak bir askeri operasyon hazırlığını yapmış olduğu da biliniyor. Ankara’ya göre Irak’ın kuzeyinde oluşturulan güvenli hattın, Suriye sınırı boyunca da oluşturulması kaçınılmaz.
* * *
Rojava’ya ve PYD’nin Suriye’deki kazanımlarına büyük önem veren Öcalan bu formüllere razı olur mu, örgüte ne gibi mesajlar verir şimdilik belirsiz.
Ancak Öcalan’ın oldu bittiyle sürecin yürütülemeyeceği, müzakereye ihtiyaç olduğu, kapsamlı bir barış için iki tarafın da “mutsuz olması” gerektiğine yönelik düşünceleri sır değil. Bunların ne kadar değiştiğini ya da değişmediğini, DEM Partililer’le yaptığı olası görüşme ortaya koyacak. Ancak Ankara’nın sabrı da yok. Altı çizilen en önemli konu aslında bir çözüm sürecinin yürütülmediği… Gerekli adımlar atılırsa bazı adımların atılabileceği…
* * *
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla çekilmesinin sonuçlarını Türkiye’deki bütün kadınlar bir biçimde yaşıyor.
İktidar, bu eleştirilere şiddet rakamlarını açıklayarak yanıt veriyor ama İstanbul Sözleşmesi, zaten mahkemeler tarafından etkin uygulanan, sürekli dikkate alınan yanlarıyla güvence oluşturmuyordu.
Varlığı kadınlar için bir hesap sorma güvencesiydi…
Sığınma evlerinin açılmasından ev içerisinde şiddet görmemeye, psikolojik şiddetten bütün ilişki biçimlerinde korunaklı bir alanda hissetmeye yarayan, zamanla mahkemelerin, savcılıkların, polisin, diğer devlet birimlerinin de yapısal olarak kabul etmesi beklenen bir güvence…
Bu güvence ortadan kaldırıldı. Kısa Dalga haber sitesinde, Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesi işleminin iptali için yapılan başvuruyla ilgili kararı yer aldı. Karar dramatik. Yüksek Mahkeme’ye göre, her kadını ilgilendiren sözleşmeyle ilgili olarak kadın hakları alanında çalışan bir dernek başvuru yapamazmış. Kişisel olarak da bir kadının başvuru yapması mümkün değilmiş…
Kim başvuracak o zaman, yanıt yok.
Avukat Oya Aydın’ın, avukat Şenal Sarıhan ile başkanı olduğu 29 Ekim Kadınları Derneği adına yaptığı başvuruyla ilgili verilen kararda bu yorumu yaptı.
Danıştay’ın ardından Anayasa Mahkemesi de Erdoğan’ın imzasıyla sözleşmeden çekilme işleminin iptali talebini kabul etmemiş oldu.
Karar olumsuz ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yolunun açılması açısından önemli. Zira iç hukuk yolları tüketilmiş oldu.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin parçası sayılan bu uluslararası sözleşmeden sadece Cumhurbaşkanı takdiriyle çekilmenin mümkün olup olmadığını artık AİHM karara bağlayacak.
AİHM kararlarını uygulamamak konusunda sabıkalı olan Türkiye’nin olası bir pozitif kararı nasıl karşılayacağı meçhul ancak her koşulda AİHM’nin yorumu kadınlar açısından önem taşıyor.
Zira olası bir karara uyulmasa bile kadınlar anayasanın 90. Maddesini gerekçe göstererek, uluslararası sözleşmelerin ve AİHM kararlarının iç hukuk kurallarından üstün tutulması kuralı gereği yeniden hesap sorma kapısını aralayabilecek.
Neyin karşılığında?