Nur Mehmet Güler
Suriye’de, “devletçilik oynamanın” sonuna geldik. Birinci hamlede amaç; Esad’ı göndermekti.Şimdi yerine “sürdürülebilir bir devlet” koyma zamanı.
Yasal dünya sistemi, “devletler arası ilişkiler”üzerine kuruludur ve boşluk kabul etmez; ille bir devlet ve onun da “başı” olmalıdır, muhattaplık için.
İdlib’e ya da Laskiye’ye değil , Şam’a bir “muhatap” koymak gerekiyordu. Zira kutsal devletin başı, başkenttir. İnsanın en “muhteşem” ikinci icadı olan “devlet”in, altı bin yıllık tarihinde bu gelenek hep vardır. Örneğin imparatorluklar parçalanır ama başkent düşmeden “beyin ölümü” kesinleşmez. Ve başkenti alan yeni güç “meşru” “halef” kabul edilir.
Suriye’de bu gelenek devam ettirildi. Aksi durumda “kontrolsüz” ve zamansız “kaos” başlayacaktı.
Neden Şara ve neden HTŞ? Neden QSD ya da Ahmet El Awdel değil?
Geleneksel devlet, toplum ilişkisini, “karı”, “koca “ (eş değil) ilişkisine benzetebiliriz. “Meşruiyeti” sürdürmek için, Suriye’ye “koca” gerekiyordu, alel acele “imam nikahıyla” hallettiler o işi.
Suriye gerçekliğini yansıtmayan bu eğreti tablo, daha uzun süre sürdürülebilirdi. Ne var ki, Trump hızlı başladı. Gazze’de tansiyon yükseldi. İran operasyonu her an başlayabilir. Artık çözümden kaçılamaz. Mevcut tablo, her an iç savaşın patlamasına fazlasıyla müsait.
İran, Hamas Liderlik Konseyi Başkanı Derviş başkanlığında bir heyeti Tahran’da ağırladı. Hamaney‘, ABD’ye rest çekti ve ardından İran, İslam ülkeleri nezdinde diplomatik atak başlattı. Yani Trump’ın tehditi karşısında “kurbanlık koyun gibi başımı uzatmayacağım” diyor. Ne kadar direnç gösterebilir? Kesin bir şey söylenemez ama son iki yılda, iran’ın gerçek askeri, politik panoramasını görmüş olduk.
İran, baskıcı rejimi nedeniyle, ciddi bir toplumsal kriz yaşıyor, toplum öfkeli. Uzun süredir politik depresyon yaşıyor. Otuz yıllı aşan ambargo, geride kalmış, dünyadan kopmuş teknolojik düzey, moral ve inanç değerleri sarsılan bir ordu…
Çin ile yapılan anlaşma ve Rusya üzerinden bu açık kapatılmaya çalışılsa da iç huzuru olmayan bir ülkede devleti toparlamak imkansız gibi.
Suriye’ye kadar kısa sürmeyebilir ama yoğun ve şiddetli bir çatışma olacağı kesin.
Yeni gündemlerimiz, Gazze ve İran’dır. Suriye ikinci plana düşecek, dolayısıyla “cehenneme” dönmesi an meselesidir.
Ortada bir model yok, imkansızı zorlama var. Mevcut oyunda ısrar çok tehlikeli iç savaş demektir. Müdahale edilmezse gidişat bu istikamette görünüyor.
Peki çözüm mümkün mü? Zorlukları ve gerçekleşme şansları farklı olasa da İki potansiyel “yol” izlenebilir.
İlki halkların, kendi çözümüdür.
Suriye’de “toplumcu demokratik” bir çizgi var. Kürtlerin ,Arapların, Ermenilerin, yıllardır oluşturduğu ve geliştirmeye çalıştığı bu yapı, Sufî Gruplarla, Alevilerle, Hristiyanlarla, Dürzilerle daha etkin ilişkilenerek ,stratejik olarak genelleşebilir. Türkiye ile stratejik ilişkiler gelişirse, bu çizginin başarı şansı yüksektir. Devrim de budur zaten.
Ya da Esat’ı götürenler gerçekçi davranmaya başlar; Fransa’nın 13.02.2025 tarihinde yapacağı konferans genelleştirilir, BM devreye girer yeni bir anayasa hazırlanır, seçimler yapılır, Batı standartlarında, çoğulcu, demokratik bir ülke ortaya çıkar .
Tabi Türkiye’nin burada rolü çok önemli. Gerçekten Türkiye ne yapmaya çalışıyor? Şu ana kadar yaptığı, imkansızı zorlamaktır.
Türkiye, sayın Öcalan’ın yapacağı çağrıya ve stratejik barış ve dostluk ihtimaline gereken ehemmiyeti vererek, Kürtler ile ilişkisinde “düşmanlık” pozisyonundan, dostluk pozisyonuna geçerse, “toplumcu demokratik” çizgi ile ittifak içinde, Suriye’de, Irak’ta, İran’da çok büyük kazanabilir.
Ya birlikte büyük kazanacağız ya da birbirimize kaybettirmek için bütün enerjimizi, varlığımızı tüketeceğiz.
Sayın Öcalan’ın çağrısı, çözüm sürecinin başlaması için bir start kabul edilmeli, yani her şey onunla başlayacak. Adı üzerinde “stratejik Barış‘a, kardeşliğe , birlikte kazanmaya çağrı”! Hep birlikte başarısı için çaba göstermeliyiz.
Geleceğimiz, bu hayatı, kritik tarihi süreçte vereceğimiz karara bağlıdır. Basit hırslara, heveslere kurban edilmeyecek kadar önemlidir.