Tarihsel, çok boyutlu ve çok ülkeli bir uluslararası sorun olan Kürt meselesinin çözümünde “uzayın
karadeliklerinden” söz eder gibi yaklaşan “ekran dilozoflarını” ölçü almayacaksak, herkesin gerçekçi
bir çözüm umudu için söz kurması ve emek vermesi gerekmektedir.
Faşist bir fetret dönemini geride bıraktığımız 2015 yılından bu yana, susturulan üniversitenin,
bastırılmaya çalışılan özgür basının, ülkesine ve yurduna yurtsever duygularla bağlı entelektüellerin
güçlü bir söz kurma amacıyla gerçek bir barış için emek vermesinin zamanıdır.
“İktidara ankastre olmuş medya ve üniversitenin” yeni bir şey söylemesi ve yapması, alışkanlıklarını
aşması çok mümkün görünmemektedir. Barış Akademisyenleri’nin gösterdiği onurlu tarihsel duruşun
bir benzerini Ortadoğu’daki barışın imkanlarını çoğaltmak amacıyla her entelektüelin göstermesi
gereken bir dönemin arifesindeyiz! Tüm risklerine rağmen ifade özgürlüğünün korunması ve
kullanılması bu sürecin en önemli etkeni olacaktır.
HDK öncülüğünde 16 Ocak tarihinde başlatılan “Barış İçin 1 Milyon İmza” kampanyası, barış talebinin
toplumsallaşmasına ve barışın konuşulmasına alan açmalıdır. Tüm kurum ve yapıların, sivil toplum
örgütlerinin ve siyasi partilerin gerçekçi bir barış için bu ve benzeri çalışmaları çoğaltması
gerekmektedir.
Bu girizgahtan sonra Kürt meselesinde bir çözümden söz edebileceksek, hangi çerçevede ve hangi
sorunların çözüm beklediğini tartışmamız gerekiyor. Kürt meselesinin tarihsel nedenlerine süreç
içerisinde eklemlenmiş birçok güncel başlığın olduğu da bilinmelidir.
Kürt meselesinin tarihsel nedenleri, Kürtlerin yaşadığı Kürdistan coğrafyasının Sykes-Picot düzeni ile
bölünmesi ve emperyalist müdahale ve saldırılar ile bölgede kurdurulan ülkelerin Kürt entitesine karşı
uyguladıkları ırkçı, ayrımcı ve asimilasyonist politikalardır.
Milyonlarca Kürdün anadili, emeği,
coğrafyası, özetle kimliği ve varlığı bölgedeki ulus devletçi yapılanmalarca yüzyılı aşkın bir süredir yok
sayılmakta veya yok edilmeye çalışılmakta olduğu için Kürt meselesi bugünkü uluslararası boyutlara
taşınmıştır. Bu yok sayma süreci salt psikolojik veya sosyo-ekonomik düzeyde kalmamış dönem
dönem Halepçe’den Dersim’e, 33 Kurşun’dan Roboski’ye, Vartinis’ten Güçlükonak’a örneklerini
bildiğimiz toplu katliamlara varmıştır. Bu tarihsel boyutun kriminalize/terörize edilmesinden
vazgeçilmeli ve halkların hafızasında bu katliamların failleri mahkum edilmelidir.
Kürt meselesinin Türkiye’deki çözümü, “Rojava ve Başur’da” Kürt halkının kazanımlarına yaklaşımda
kendini gösterecektir. Rojava’da Kürtçe’yi ve oradaki Kürt halkının kazanımlarını savunmayan bir
yaklaşım, çözümden yana değildir. Kürtler, Suriye ve Irak’ta ağır bir kimlik sorununu çok boyutlu bir
şekilde yaşamış ve bu süreçler çok acı ve bedel çekilerek bugünkü aşamalara gelmiştir. Kürt halkının
verdiği bedel ve mücadele yok sayılamaz. Kürt karşıtı koalisyon sadece “geleneksel Kürdistan”
bölgesinde değil Japonya’dan Kanada’ya Kürtlerin örgütlenmesine ve Kürtçe’nin kullanımına karşı bir
politika da ısrar ettiği için bugün “çözümsüzlük uluslararasılaşmıştır.” Her halk gibi Kürtler’de her
yerde kendi renkleri ve dili ile kendi yapılanmalarını kurabilmelidir. Kürtçe’nin okulda, sokakta,
konserde, işyerinde, kamusal hizmetlerin sunumunda kısıtlandığı bir süreç barış ve çözüm süreci
olamaz. Dilin tanınması ve korunmasına yönelik kurumsallaşma çözümden yana bir tutum olacaktır.
Kürt meselesinde çözüm ile KHK-OHAL-Kayyum gaspları uyumsuzdur. Barış akademisyenlerini işlerine
iade etmeyen, Kürt basın kurumlarının kapısına mühür vurmaya devam eden, çözüm adına
görüşmeler devam ederken uyduruk suçlamalarla kayyum atamasına devam eden irade,
çözümsüzlüğün kurumsallaşmasına hizmet etmektedir. Belediyeler başta olmak üzere yerel
yönetimlerin tümünde Avrupa Yerel Özerklik Şartı çekincesiz uygulanmalıdır.
Kürt meselesinde çözüm başlıklarından birisi, siyasi tutsaklara yönelik uygulanacak politikalar
olacaktır. Ağır ve hasta tutuklular gecikmeksizin sağlık ve yaşam hakları güvenceye alınacak şekilde
serbest bırakılmalı ve diğer siyasi tutuklu ve hükümlülere yönelik tecrit/sürgün ve benzeri
uygulamalar sonlandırılmalıdır. Çözüm ve barıştan söz edilecekse, süreç içerisinde cezaevlerinde
siyasi tutuklu ve hükümlü kalmamalıdır. Bu süreç yasal düzenlemelerle belirli bir takvimde
işletilmelidir.
Kürt meselesinde kayıplar, faili meçhuller ve zorla göçertmelerin çok boyutlu yaşandığı ve bu
boyutuyla bir rehabilitasyon sürecinin işletilmesi gerektiği bilinmelidir. Kayıp yakınlarına yönelik bir
destek ve dayanışma programlı kapsamlı bir şekilde işletilmeden bu toplumsal travma kapanamaz.
Türkiye’de Kürt meselesinin çözümsüzlüğü, bölgeye yönelik bir sosyo-ekonomik ve ekolojik yıkıma yol
açmıştır. Çözümün bu boyutları ile de tartışılması ve bölgeye yönelik yoksullaştırma politikalarına son
verilmesi gerekmektedir. 1980’li yılların ortalarına kadar bölgenin her anlamda altyapısına yönelik
kapsamlı bir kamusal girişim olmamıştır. Kürt meselesinin aktüel gündemi işgal etmesi sonrasında
başlatılan inisiyatifler mevcut açığı kapatmamış hatta bazı alan ve bölgelerde geriye gidiş durumuna
yol açmıştır.
Kürt meselesinde çözüm başlıklarından birisi de silahlı güçlerin durumudur. Öncelikle Kürt siyasal
hareketinin silahlı güçlerinin dahi salt “silahlı güç” olarak ele alınması doğru değildir. Ortada
milyonlarca insanın taraf olduğu bir halkın varlık mücadelesi söz konusudur. 40 yılı aşkın sürede
meseleye nicel yaklaşmanın sorunu ağırlaştırdığı görülmelidir. Silahsızlanma için uygun zemin ve
ortamın oluşturulması için hassas bir sürecin işletilmesi gerektiği bilinmelidir. Şengal ve Kobane
süreçlerinin yaşanmış olması Kürtlerin silahlanma ile ilgili yaklaşımlarını değiştirdiği bilinmelidir. Yine
Halepçe ve benzeri toplu kıyım süreçleri silahsızlanma süreçlerine direnci talep eden bir toplumsallığı
diri tutmaktadır. Mevcut durumdaki silahsızlanma süreci olacaksa Kürt halkının hem bölgedeki “ulus
devletçi katliam girişimlerine” hem de IŞİDvari çetelerin saldırılarına karşı korunacağı bir yapıya
dönüşümü sağlanmalıdır. Bu sürecin sağlıklı ve sonuç odaklı işleyebilmesi için doğru ve güçlü
muhataplar yürütülmesi ve güvencelerin ulusal anayasalar ile ve uluslararası kurumların garantörlüğü
ile sağlanması talep edilebilir. Bu alanda sağlıklı süreç; ateşkes ve çatışmasızlık süreçlerinin
gecikmeksizin başlaması, silahlanmanın sınırlanması ve toplumsal güç ve enerjinin halklar arası
ittifaklar için kullanabileceği bir süreç işletilmelidir.
Kürt meselesinde çözümün “toplumsal bariyerlerini aşmak” “bürokratik bariyerlerini aşmak kadar”
zor değil. Türkiye’de devlet ve bürokrasi halkların lehine bir çözümde özne olacaksa bunun somut
adımlarını atmakla başlamalıdır. Birçoğu yasal ve anayasal düzenleme gerektiren bu adımların
atılmasının geciktiği her dönem Türkiye halkına maliyeti ve toplumsal faturası artmıştır. 1980’lerde
Kürtçe’nin bir dil olmadığına ilişkin resmi söylemin maliyeti, 90’larda farkedilmiş ama 2010’lara
varana kadar Kürtçe’nin resmi bariyerleri aşılamamıştır. Hafta sonu radyo programları ile başlayan bu
bariyer kırma girişimleri internet teknolojileri ile fiilen kırıldıktan sonra başlatıldığı için önemini ve
değerini yitirmiştir. Bunun gibi zamanın ruhu ve konjonktürün dayatması olmadan atılması gereken
adımları ertelemek çözümsüzlüğün maliyetlerini arttırmak dışında bir işe yaramamaktadır. Kapsamlı
bir toplumsal ve bürokratik dönüşüm herkes için barışın ve refahın yolunu açacaktır. Maalesef barışın
alternatifini görmek için yeterince deneyimimiz olduğunu söylemeye gerek yok!