N. MEHMET GÜLER
Nedenleri İngiltere’nin tarihinde gizli. Britanya’yı farklı kılan tarihsel olayları irdeleyerek, halen
işleyen ve sonuç alan “İngiliz devlet aklının” nasıl oluştuğunu anlamaya çalışacağız.
İngiltere, Hristiyanlığı kıta Avrupası’ndan epey sonra, sekizinci yüzyılda kabul eder. Anglikan
kilisesini kurar, katoliklik ve protestanlıkdan farklı olarak Hristiyanlığı Britanya‘ya uyarlar.
Papa’nın otoritesini kabul etmez. İngiliz siyaset kültürünün oluşumunda çok önemli bir
husustur bu.
1215 Magna Carta Libertatum, “insan hakları” kavramının geçtiği ilk belge. Kralın otoritesini
sınırlayan, yetkilerini paylaşan bu metin anayasa niteliğindedir ve parlementer sisteme
geçişin yolunu açmıştır.j. Robinson ve D. Acemoğlu’nun tanımlamasıyla, İngilizler çok erken
tarihte ”kapsayıcı siyaset” kurumlarını inşaa eder.
İngiltere, Amerika kıtasında sömürge yarışına Hollanda ve İspanya’dan sonra gecikmeli
katılır. İlk kolonisini 17. yüzyılın başında oluşturur ama istikrarlı ve hızlı yayılır. 17. yüzyılın
son çeyreğinine vardığımızda, İngiliz sömürgeciliği bugünkü ABD, Kanada, Hindistan dahil
olmak üzere tarihte en geniş imparatorluk sınırlarına ulaşır.
İngiltere’nin dünya siyasetinde devam eden hakimiyeti, özgüveni dörtyüz yılı aşan büyük bir
birikime dayanıyor.Sömürgeleştirecekleri toprakların yeraltı- yerüstü zenginliklerini, sahip
oldukları bütün kaynakları; etnik, kültürel yapılarını, ekonomik sistemlerini, yönetim
biçimlerini, kendi içlerindeki ve komşularıyla olan ilşki-çelişkilerini çok detaylı olarak
incelemişlerdir.
Amerika’ya daha sonra Asya ve Afrika’ya gönderdikleri misyonerler, ajanlar,”seyyahlar”,
yetiştirdikleri en birikimli kadrolardır. Halen “İngiliz devlet aklının” birincil beslenme kaynağı,
dünyanın tamamından Britanya Adası’na akan bu muazzam bilgi ve kültürel birikimdir. 18.
yüzyıldan itibaren dünyanın dörtbir yanında Britanya‘nın misyonu ve vizyonuna uygun
yetişmiş arkeologlar, denizciler, tarihçiler, fotoğrafçılar, seyyahlar, ajanlar dev bir kadro
olarak bu çalışmayı yürütür. İngiltere stratejilerini, dönemsel taktiklerini bu detaylı verilere
dayanarak oluşturur ve geliştirir.
“Devlet aklı” onu yaşamsallaştıracak bakış açısına, birikim ve donanıma, davranış kalıplarına
sahip kadrolar varsa hayat bulur. İngilizler, bilgiyi topladılar, tasnif ettiler, kurumsallaştırdılar,
büyük enstitüler, akademiler, dünyanın en iyi üniversitelerini kurdular.
19. yüzyılın sonlarında Osmanlı’nın dağılma belirtileri artınca, İngiltere Yakın Doğu ve Orta
Doğu‘yla özellikle ilgilenir. Gertrude Bell (1868-1926) ve Thomas Edward Lawrense (1888-
1935) ; bu iki İngiliz misyoner, gezgin, ajan Orta Doğu‘da halen şiddetli sarsıntılara yol açan
fay hatlarını döşeyen iki isimdir.
İngilizler, işgal ettikleri diğer yerlerdeki gibi Orta Doğu‘nun zengin kültürel etnik, dini kimlikleri
karşısında esnek bir tutum alır. Bölgedeki inanç ve değerlerin hiçbirini doğrudan karşısınaalmaz, onlarla çatışmaz. Ama incelikli bir çalışmayla aralarındaki çelişkileri tespit eder. Her
iki tarafı ya da bütün tarafları, çatışır halde tutmak için besler, destekler, aralarındaki çelişkiyi
körükler ve canlı tutar.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve savaşın hemen sonrasında, Orta Doğu‘da çizilen sınırlar,
çok ustalıklı, kesintisiz kaos denklemidir. İstisnasız günümüzde “Büyük Orta Doğu”
coğrafyası olarak tanımlanan topraklardaki bütün ülkelerin kendi iç dengeleri ve komşularıyla
sınırları bu ince stratejiye göre oluşturulmuştur. Zamana yayılan kin, öfke, rekabet,
düşmanlık… Sürekli kaos denklemi…
Kürtlerin dört ülke arasında bölüştürülmesi, Körfezde ince işçilikle oluşturulan Arap
devletleri, Filistin topraklarında kurulan “tuzak” bugüne kadar bu kanlı boğazlaşmanın
mekanizmasını kimin kurduğunu açıklamaya yeter.
7 Ekim 2023 ‘ten itibaren bu denklemde değişim başladı. Amerika, İsrail hatta belki diğer
Avrupa ülkeleri gündemde ama İngiltere hiç konuşulmuyor ya da çok az konuşuyor. Halbuki
işleyen bir Engliliz planı var ortada!
İngilizler, sömürgeleştirdikleri ülkelerde şöyle bir sistem kuruyorlar; yerel değerlerle, dini
inançla barışık dururlar. Hatta “karşıt” kimlikleri eşzamanlı destekleyerek, onların güvenini
sağlar bu arada da daha rahat siyasal nizamlarını, sömürgeci sistemlerini tesis ederler.
Sömürgelerinde anayasa oluşturmaya, parlamento kurmaya ve işleyen bir bürokratik sistem
dizayn etmeye özen gösterirler. Ülkenin eliti ile özel olarak ilgilenir kendi hakemliğinde,
gözetmenliğinde, denetiminde kadrolar, bürokratlar, siyasetçiler yetiştirirler. Bunlar
İngiltereye öfke duysa bile “İngiliz aklıyla” hareket ederler. Çünkü böyle eğitilmişlerdir, başka
türlü devlet yönetmek bilmezler.
İngiltere, Orta Doğu’daki sömürgelerinden fiili olarak çıktıktan sonra da sürekli kadro
yetiştirmiştir.İngiliz Kraliyet Askeri Akademisi şimdiki haline 1947’lerde gelmişse de kökleri
18. yüzyıla dayanır. Bu akademiden mezun Arap Şeyhlerini, Emirlerini, sonradan kral olan
Prensleri, askeri komutanları sıralarsak bu yazının sınırlarını aşar. Yine Exeter üniversitesine
dikkatlerinizi çekmek isterim. İngiliz üniversiteleri arasında Kürt Araştırmaları Enstitüsü olan
tek yükseköğretim kurumudur yine bünyesinde Arap ve İslami araştırmalar enstitüsü de
vardır.
Suriye’de ortaya çıkan tabloya bakın, perde arkasında “ İngiliz aklının” olduğunu rahatlıkla
görebilirsiniz. Esad’ın Suriye’den gönderilmesi, muazzam bir “üst aklın”, dünya çapında
yürüttüğü diplomatik ustalığın ve sahada kusursuza yakın bir organizasyonun sonucunda
gerçekleşti. Sonrasında yaşananlar “imkansızı zorlamaktır!”
Sorun Kürtlerin statüsü değil, onu mesele yapan sadece Türkiye devletidir. DAİŞ’e karşı
uluslararası koalisyon oluşturulacak ama DAİŞ bakiyesi cihadist bir grup Şam’a getirilerek
yerleştirilecek! Sonrasında sergilenen seramonileri bu büyük ”tuzaği“, bu büyük “cehennemi”
normalleştirmeye dönük çabalar olarak görmek gerekiyor.
Bu cihadist grubun Suriye toplumu ile de bir bağlantısı yok. Suriye toplumu cihadistlere
sıcak yaklaşan bir toplum değil. Sûfî yapıda, muhafazakar ama cihadist değil.BU grubun
Suriye’de hakimiyet kurması, ancak katliamla gerçekleşebilir. Alevilere, durzilere karşı bir
katliam gerçekleştirerek mümkün olabilir.
Kürtlerle çatışamaz böyle bir gücü yok.
Türkiye devreye girmediği taktirde, Kürtlerin oradaki gücünün ya da SDG‘nin gücünün
%30’u kadar bir varlığı var zaten.Bu çözümsüz tabloyu
ortaya kim koydu? Dönüp buna bakmak gerekiyor? İngiltere kendi kurduğu denklemi ortadan
kaldıracak,halkların lehine Demokratik Toplumcu bir çözüm istemiyor, çünkü kendi varlığını,
Orta Doğu’da söküp atacaktır. Ama tam tersi bir görüntü veriyor; çözümü hızlandırmaya,
katkı sunmaya, desteklemeye çalışıyor gibi imaj sergiliyor. Eş zamanlı, Türkiye devletinin
”geçici Suriye yönetimi” üzerindeki etkisini canlı ve diri tutarak, Türkiye’yi destekler
pozisyonda görünüyor. İşte esas büyük tuzak budur! Bu büyük oyunu görelim!
Öcalan’ın projesi bu düğümü çözer. İngiltere’nin, daha doğmadan, bu proje etrafında sinsi
sinsi dolanmasının sebebi, boşa çıkarma çabası bu nedenledir.
Öcalan’ın “Demokratik Ortadoğu Konfederasyonu” doktrini, onlarca yıllık birikime dayalı,
felsefi, teorik arka planı güçlü, gerçekçi ve gerçekleşebilir bir stratejidir. Devlet aklının
stratejik bir tutum belirlemesi: Kürtler ile kalıcı dostluk ve barışı esas alması gerekiyor.
Türkiye’de muhalefetin de basit iç çelişkilerden kurtularak esas gündeme odaklanması,
çözüm ve barış projesini sahiplenmesi hayati önemdedir. Kürt- Türk ilişkilerinin yeniden
dizayn edilmesi sonucunda ortaya çıkacak büyük sinerji, Orta Doğu‘da halkların aleyhine
bütün oyunları bozma kudretine dönüşebilir.