Kürt düğünlerine yapılan polis baskınları, Kürtçe trafik işaretlerinin silinmesi gibi Kürtçenin görünürlüğünü ve normalleşmesini hedef alan işlere, onlarca sene önce yayımlanmış romanların yazarlarına dava açmak, Kürt kültür kurumlarının yöneticilerini taciz etmek, Kürtçe öğretilen kreşlere soruşturma açmak gibi işlerin eklenmesi, siyasi elitin tasfiyesine benzer bir kültürel elit tasfiyesinin gündeme alındığını gösteriyor…
Kürt meselesi epey bir zamandır siyasi gündemin üst sıralarında değil malum. Nadiren kendini hatırlattığındaysa vesile genellikle geride bıraktığımız 40 senede olduğu gibi askeri çatışma ya da siyasi faaliyet değil, Kürtçeye ve kültürel faaliyetlere yönelik baskılar oluyor. Kürt meselesi bir zamandır PKK ya da Kürt partisi vesilesiyle değil, Kürtçe müzik çalınıp halay çekilen düğünlere yapılan baskınlar, konserlerin yasaklanması, Kürtçe trafik işaretlerinin silinmesi gibi işlerle kendini gösteriyor.
Önceki Perspektif yazılarımdan birinde bu ‘dönüşümün’ devletin icra edilmeyen bir Kürtlüğün peşinde olmasıyla ilgili olduğunu iddia etmiştim. Kürtlüğün ayakta kalma enerjisinin 2016’dan sonra daha az maliyetli alanlara çekilmesiyle beraber kültürel alanda bir tür canlanma gerçekleştiğini, Kürt meselesinin askeri ve siyasi tezahürlerinin zayıflamasıyla beraber kültürel alandaki canlanmanın daha da göze batar hale geldiğini söylemeye çalışmıştım. Son haftalarda yaşanan birkaç olay, Kürtçe kurslara, Kürt kültür kurumlarının yöneticilerine yapılan baskılar, söylediklerime bir ek yapmam gerektiğini gösteriyor.
Eklemem gereken şu: Son haftalarda olanlar Kürtlüğü icra edilmekten alıkoyma işinin başat uzuvlarından birinin bir tür elit tasfiyesi ya da elit sindirme girişimi olacağını gösteriyor. Kürtlük, belli ki, kültürel alanın elitleri, Kürt kültürel alanının etkili failleri tasfiye edilerek ya da sindirilerek icra edilmekten alıkonmak isteniyor. Esasında, bu olan bitende çok şaşırtıcı bir yan, pek yeni bir taraf yok.
Malum, 2016’dan sonra binlerce Kürt siyasetçi yargılanıp hapsedildi, yüzlercesi sürgüne gitti, kalanlar da süreklileşmiş bir tahakküm siyasetinin sınırlarında siyaset yapmaya mecbur bırakıldı. Başkanlık sistemine geçilip, 150 senelik parlamentonun boşa çıkarılması muhtemelen daha önemli bir faktör olmuştur, lakin Kürt siyasi elitini hedefleyen bu tasfiye ve sindirme kampanyası kısmen de olsa sonuç verdi: Az biraz azalsa da Kürtlerin büyük kısmı oy vermeye devam etti ancak Kürt partisi Türkiye siyasetinde oyun kurucu olma vasfından mahrum edildi malum.
Elit Sindirme Oyunları
Kürt düğünlerine yapılan polis baskınları, Kürtçe trafik işaretlerinin silinmesi gibi Kürtçenin görünürlüğünü ve normalleşmesini hedef alan işlere, onlarca sene önce yayımlanmış romanların yazarlarına dava açmak, Kürt kültür kurumlarının yöneticilerini taciz etmek, Kürtçe öğretilen kreşlere soruşturma açmak gibi işlerin eklenmesi siyasi elitin tasfiyesine benzer bir kültürel elit tasfiyesinin gündeme alındığını ya da hep gündemde olan bu işe daha çok ağırlık verilmek istendiğini gösteriyor olsa gerek. Kürt meselesinin kök sebebi olarak Kürtlüğü ayakta tutan kendiliğinden dolayımlar kadar bu dolayımları iradi faaliyet yoluyla canlı tutmaya çalışanlar, kültürel alanın elitleri de hedefte. En azından yakın zaman öncesine kıyasla daha çok.
Aslında bütün bu yapılanda, yapılmak istenenlerde yeni ya da şaşırtıcı bir taraf yok. Kürtlükte ısrarı cezalandırmak Cumhuriyet’in başından beri gündemde ve vakayı adiyeden. Ancak son zamanda belirginleşen bu elit tasfiyesi oyunlarında kısmen de olsa mahsus bir taraf var. Mahsus olan şu: Bütün bu tasfiye işi Kürtçeyi serbest kılan bir mevzuata rağmen, bu mevzuatın eşliğinde, daha doğrusu bu mevzuatın gölgesinde ya da korumasında yapılıyor. Bu mahsus hal iki önemli işlev görüyor. İlk olarak yapılan bütün sindirme işlerine rağmen devlete, iktidara “Bakın Kürtçe serbest”, “Bakın TRT Şeş var”, “Bakın Kürdoloji bölümlerimiz var” deme imkânı veriyor. Sindirme işlerinin hedefinde olanlar Kürtçeyle, dille, müzikle, kültürle uğraşanlar değil ‘başkaları’ deme fırsatı yaratıyor. Daha önemlisi, Kürtçenin, kültürel alanın bir tür ‘itibarsızlaştırılmasına’ ve bu vesileyle zayıflamasına yarıyor. Kültürel alanın elitlerini sindirme oyunları, Kürtçenin ve kültürel alanının damgalanmasına yol verip bu ikisine dönük ilginin zayıflamasına kapı aralıyor. Zayıflamanın kendiliğinden gerçekleştiği izlenimini vererek tabii ki. Neticede, deyim yerindeyse bir taşla iki kuş vurulmuş oluyor. Kültürel yeniden üretim serbest görünürken kısıtlanıyor, Kürtçe ve kültürel alan kendiliğinden zayıflıyor izlenimi kuvvetlendiriliyor.
Bütün bu Kürtçeyi ihtiyaçlar dairesinde serbest tutma işleri ve elit sindirme oyunları kısa vadede bu işleri ifa edenleri mutlu edecek sonuçlar üretiyordur elbette. Kürtçenin giderek daha az Kürt tarafından konuşulduğu, kültürel alanda elit sürekliliğinin engellendiği ortada. Ancak ortada olan başka bir şey daha var: Cumhuriyet 100 senedir bu işlerin peşinde, lakin geride kalan 100 senede daha çok Kürt ‘siyaseten’ Kürtleşmiş halde. Kürt kimliğinin Kürtçeyle bağı zayıflarken, Kürtlük üzerindeki baskı ve eziyet Kürt kimliğini kurup, canlı tutan esas dolayım haline gelmiş durumda. Yaşanan onca eziyet, harcanan onca zaman ve kaynak da cabası.
Çokça söylendi, bir kez daha tekrar etmenin gereği ya da manası kaldı mı insan bilemiyor ama bir 100 sene daha bu nafile işlerin peşinde koşmak olacak şey değil. Kürtler huzur bulmadan Cumhuriyet’in huzur bulması pek olacak gibi görünmüyor. Dolayısıyla, hazır en ‘yetkili’ ağızlar İsrail’in yaktığı ateşin bölgede barış ihtiyacını, bölgede barışın da Türkiye içinde barışı gerektirdiğini ikrar etmişken bütün bu elit sindirme oyunlarına son verilse iyi olacak. Hazır ihtiyaçlar dairesinin serbestiyet genişlemesini gerektirdiği idrak edilmişken Kürtlerin ve Cumhuriyet’in birlikte huzur bulması için atılacak daha nitelikli adımlar ne olabilir diye düşünmeye başlasak güzel olacak.
Bu yazı nupel tv.com'dan alınmıştır