5 Şubat 2025 Çarşamba
DOLAR 35.96 ₺
EURO 37.36 ₺
STERLIN 44.86 ₺
G.ALTIN 3,303.97 ₺
BTC 98,129.10 $
ETH 2,743.25 $
BİST 9,807.10

Mesut Bor yazdı: Zamanın durduğu gece; Saat: 04:17

Yerel 53
Yayınlama: 4 Şubat 2025 Salı 16:31 Kaynak: Haber Merkezi Editör: Oktay Candemir

Mesut Bor yazdı: Zamanın durduğu gece; Saat: 04:17

MESUT BOR

 

6 Şubat 2023 depremlerinin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen, bölgedeki yıkımın fiziksel ve sosyal izleri hâlâ taze. Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya ve Gaziantep başta olmak üzere 11 ilde yaşanan bu büyük felaket, yalnızca bir doğal afet değil, aynı zamanda iktidarın kronik ihmallerinin, yolsuzluklarının ve liyakatsiz yönetiminin sonucu olarak tarihe kazındı. Depremin ilk dakikalarından bu yana yaşananlar, iktidarın halkın can güvenliğini hiçe sayan politikalarını ve afet yönetimindeki çarpık yapıyı tüm çıplaklığıyla ortaya serdi.  

Depremin bu denli yıkıcı olmasının temel nedeni, bilim insanlarının onlarca yıldır dile getirdiği uyarıların görmezden gelinmesidir. Özellikle 1999 depreminden sonra "ders çıkarılacağı" vaat edilmiş, ancak imar afları, denetimsiz inşaatlar ve müteahhitlerle kurulan kirli ittifaklar nedeniyle kentler birer ölüm tuzağına dönüştürüldü. TOKİ eliyle yürütülen "hızlı konut" projeleri, kaliteden ödün verilerek tamamlandı. Deprem yönetmeliğine aykırı binaların ruhsatlandırılması, denetim mekanizmalarının işlevsizleştirilmesi ve mühendislik raporlarının siyasi baskıyla manipüle edilmesi, binlerce insanın enkaz altında kalmasına yol açtı. Bugün dahi, deprem bölgesindeki yeni yapılan konutların ne kadar güvenli olduğuna dair şüpheler devam ediyor.  

Depremin ilk üç gününde yaşanan kaos, iktidarın afet yönetimindeki planlama eksikliğini ve öngörüsüzlüğünü gözler önüne serdi. AFAD’ın koordinasyonsuzluğu, arama-kurtarma ekiplerinin bölgeye ulaşmakta yaşadığı gecikmeler, enkaz altındaki insanların çığlıklarına kulak tıkayan bir sistemin varlığını kanıtladı. Hükümetin, deprem sonrası uluslararası yardımları reddetmesi veya siyasi kaygılarla engellemesi, kriz anında dahi ideolojik körlüğün öncelendiğini gösterdi. Özellikle Hatay’da yaşananlar, bölge halkının devlete olan güvenini tamamen yok etti. Yardımların parti yandaşları üzerinden dağıtıldığı iddiaları, adaletsizliği daha da derinleştirdi.  

Depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen, on binlerce insan hâlâ çadır kentlerde, konteynerlerde veya hasarlı binalarda yaşamaya mecbur bırakılıyor. “Geçici” barınma alanlarında temiz su, ısınma ve sağlık hizmetlerine erişim sorunları devam ediyor. Çocuklar okulsuz, yetişkinler işsiz, yaşlılar ise sağlık hizmetlerinden mahrum. Hükümetin “kalıcı konut” vaatleri, seçim dönemlerinde propaganda malzemesine dönüşürken, inşaatların yavaş ilerlemesi ve yeni konutların deprem bölgelerinden uzakta inşa edilmesi, insanların hayata tutunma mücadelesini zorlaştırıyor. Üstelik, deprem vergileri ve toplanan bağışların nasıl harcandığına dair şeffaf bir hesap verilmemesi, halkın tepkisini büyütüyor.  

Depremzedelerin fiziksel ihtiyaçları kadar psikolojik destek de hayati önem taşıyor. Ancak iktidar, bölgedeki travma mağdurlarına yönelik etkili bir ruh sağlığı politikası geliştiremedi. Kaybettikleri yakınlarının yasını tutamayan, enkaz kokusunu hâlâ ciğerlerinde hisseden, uyku tutmayan binlerce insan, kaderine terk edilmiş durumda. Çocuklarda artan kaygı bozuklukları, intihar vakalarındaki yükseliş ve toplumsal travmanın nesiller boyu taşınacağı gerçeği, iktidarın gündeminde bile yok.  
  
Deprem sonrası süreçte, iktidar yanlısı medya kuruluşları, yaşanan trajediyi “devletin başarısı” olarak pazarlamaya çalıştı. Enkazlar altında kalanların sesini duyurmaya çalışan gazeteciler gözaltına alındı, sosyal medyada yardım çağrısı yapanlar cezalandırıldı. Bilim insanlarının deprem riskine dair uyarıları sansürlendi, depremle ilgili eleştirel raporlar yok sayıldı. Bu sessizlik politikası, gerçeklerin üzerini örtmek ve toplumsal belleği silmek için kullanılan bir araç haline geldi.  

Yaşananların tekrarlanmaması için, depremde ihmali olan tüm kurum ve kişilerin yargı önüne çıkarılması şart. Müteahhitlerden denetimsiz bina yapan belediye yetkililerine, imar aflarını çıkaran siyasetçilerden AFAD’daki liyakatsiz atamalara kadar, sorumluların hesap vermesi gerekiyor. Ancak iktidar, bu süreci engellemek için elinden geleni yapıyor. Deprem davalarının siyasi baskıyla sonuçsuz kalması, mağdurların adalet arayışını baltalıyor.  

Bu karanlık tabloya rağmen, deprem bölgesinde halkın dayanışması ve ülkenin dört bir yanından gönüllülerin desteği, umudun yeşermesini sağladı. Ancak dayanışma, iktidarın sorumluluklarını yerine getirmesinin alternatifi olamaz. Gerçek çözüm, bilimsel planlama, şeffaf yönetim ve liyakat ile mümkün. Deprem vergilerinin nereye harcandığının açıklanması, kentsel dönüşümün rant değil insan odaklı ilerlemesi ve afet politikalarının siyaset üstü bir anlayışla ele alınması gerekiyor.  

6 Şubat depremi, Türkiye’nin sadece fay hatlarının değil, aynı zamanda sistem çürümüşlüğünün de ne kadar derin olduğunu gösterdi. Yaraları sarmak için, önce bu çürümüş yapıyı değiştirmek zorundayız. Unutmayacağız, unutturmayacağız. Kaybettiklerimizin anısı, hesap sorana kadar peşimizde olacak. Çünkü biliyoruz ki enkaz altında kalan yalnızca bedenler değil, aynı zamanda bu ülkenin vicdanıydı.

İlk Yorumu Sen Yaz
code