NUR MEHMET GÜLER
Yanıt bekleyen çok soru var. Kafalar karışık ve endişeli bekleyiş hakim. Politik söylem ve eylemlerde tutarsızlık, hatta birden fazla paradoks mevcut.
Dikkat edilirse, hükümet ortaklarından biri konuştuğunda ya da “kayyum atamak” gibi söylemin aksine icraatlar vuku bulunca, insanlar konuşuyor, sonrasında ortalığı derin bir suskunluk kaplıyor.
1 Ekim 2024’de, Türkiye kamuoyunun gündemine gelen “sürecin” perde arkasına bakalım. 7 Ekim 2023, Hamas’ın Netiv HaAsara’ya düzenlediği saldırı, asıl dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Saddam Hüseyin’in 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgaline benzetilebilir.
ABD ve Ortaklarının, Orta Doğu‘ya doğrudan müdahalesinin, başlama gerekçesi yapılmıştı. 7 Ekim saldırısı, Büyük Orta Doğu Projesi’nin, final etabının startını vermek için, benzer rol oynadı.
Projenin kapanış sahnesinde nasıl bir panorama var ? ABD, İngiltere ve Almanya’nın tam desteğini alan İsrail’in Gazze, Lübnan, Suriye ve İran’a dönük hamle ve saldırıları, varılması istenen hedefi görmek için , yeterince veri sünüyor.
Adım adım ilerlersek; Hamas tamamen ortadan kaldırılacak, Filistin yönetimi ile İsrail’in kabul edeceği şartlarda kalıcı bir çözüme gidilecek, gibi görünüyor.
7 Ekim sonrası, eşzamanlı İran üzerinde yürütülen bir operasyon var. İran eski Cumhurbaşkanı Reisi’nin içinde bulunduğu helikopterin düşmesi, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, İsmail Haniye‘nin öldürülmesi, İran’ın Orta Doğu‘daki hedeflerine, özellikle de Hizbullah‘ın yönetimine dönük, etkili İsrail saldırıları ve bu süreç boyunca İran’ın “ çaresiz” duruşu; siyaseten prestijini yerle bir ettiği gibi iradesini de önemli oranda kırdı.
İran’da öncelikle mevcut “molla rejiminin”
ortadan kaldırılması ve federatif bir yapının kurulması hedefleniyor. Bu sonuca varıncaya dek, “gerektiği kadar” şiddetin kullanılacağı öngörebiliriz. Hava saldırılarında vurulacak hedeflerle ilgili tartışma yapılıyor, yeni ABD yönetiminin, bu konudaki tutumu, belirleyici olacak anlaşılan.
Iran’da, sosyolojik karşılığı olan, askeri ve politik olarak örgütlü, en büyük muhalif güç,
oradaki Kürt Partisi.
Irak, daha özgün konumda; İran’ın ciddi bir siyasi nüfuzu ve Haşd-i Şabî gibi önemli bir askeri varlığı söz konusu. Sadece Irak’ta değil Suriye, Lübnan, Yemen ve tüm Orta Doğu’da, İran’a bağlı militer güçler ortadan kaldırılmak isteniyor.
Irak’ta esas düzenleme, Federe Kürdistan bölgesinde planlanıyor . ABD’nin, 2023’te Güney Kürdistan’da,YNK ve PDK‘ye bağlı Peşmerge güçleriyle HPG’yi birleşmeye davet ettiği, ancak bu önerinin, Türkiye’nin etkisiyle PDK‘nin yanaşmaması sonucu, hayata geçmediği , teyit edilmese de, ciddi kaynaklarca gündeme getirilmişti. Güney Kürdistan’ın birleşmesi, iç bütünlüğü ve “düzenli ordu” projesi “final sahnesinde” güncelliğini koruyor.
Tam olarak buradan Suriye’ye geçebiliriz; İran’dan daha karmaşık bir alan. Aslında pek çok kesimi korkutan, “düğüm” burada çözülüyor. Çünkü Güney ve Rojava, Kerkük ve Şengal dahil olmak üzere, birleştirilmek isteniyor. Ve Suriye üzerinden yönetilecek gibi görünüyor. ABD’nin seçim sonrasında daha da netleşen tutumuna bakılırsa, Rojava “yönetim ve beyin merkezi” olarak düşünülüyor.
İran ve Türkiye’nin Suriye’deki varlığına tamamen son verilmek isteniyor. Paramiliter grupların da ortadan kaldırılması planlanıyor.
Buraya kadar ki tablo göz önünde bulundurularak ,projenin odağında Kürtlerin olduğunu, rahatlıkla söyleyebiliriz. İran ve Türkiye’deki Kürtleri de göz önünde bulundurduğunuzda, aslında farklı kesimler tarafından yıllardır dile getirilen, bir haritanın varlığından gerçekten söz edebilir miyiz? Böyle bir harita var mı?
Türkiye’yi büyük endişeye sevk eden karelerden biri de bu mu? MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ve MHP yönetiminin, her gün altını çizdiği, “vatan” kaygısının, altında yatan sebeple bağlantısı var mı? Bu tabloyla ne kadar bağlantılıdır?
Şimdi esas önemli konuya geldik; bir yıldan fazladır,aktif olarak yürürlükte olan, bir projeden söz ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu projenin neresinde?
Denklemin tamamen dışında mı?
“Ateş çemberi” olarak tanımlanan; “Kürtlerin odağında olduğu, ”Büyük Orta Doğu Projesi”nin kapanış sahnesi mi?
Hükümet, bu süreci elbette yakından takip ediyor ve okuyor ,diye düşünüyorum. Peki ne yapmayı planlıyor?
“Bekle ve gör” politikası, büyük riskler içeriyor. Umut bağlanan ABD seçimleri bu projeyi hızlandıracak gibi, aksi bir tutum beklenmiyor.
Peki Türkiye bu projeye ya da projenin hangi parçalarına evet dedi? Örneğin, Suriye’den çekilmeyi taahhüt etti mi? Güney Kürdistan’da düzenli bir Kürt Ordusu’nun kurulmasına ve HPG‘nin buna dahil olmasına evet dedi mi? Peki KCK’nin Türkiye’ye yönelik “silahlı mücadeleyi” tamamen sonlandırması durumunda, “PKK’in yasallaşmasına evet” dedi mi?
Türkiye’nin bu denklemin dışında kalması, Kürtleri tümüyle kaybetmesi ile sonuçlanacağı gibi, jeopolitik ve jeostratejik konumunu sıfıra yakın bir noktaya getirir.
Peki ne yapacak? Karşı mı duracak? Karşı duracaksa, bunun güç ve olanakları nelerdir?
Alternatif bir proje geliştirebilecek mi? Geliştireceği projenin işleme olasılığı nedir?
Dikkat edilirse, kilit önümdeki konu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürtlerle ilişkisidir. Sürecin içine nasıl konumlanacağı, sürecin sonunda ortaya çıkacak tablonun neresinde olacağı , tam manasıyla, Kürtler ile geliştireceği ilişkinin içeriğine göre belirlenecektir.
Türkiye ne yapmak istiyor?
Öcalan’ın, Türkiye’yi odağına koyduğu, diğer parçalardaki Kürtleri de kapsamına alan, “Demokratik Orta Doğu Federasyonu”nun çekirdeği olarak tanımladığı, projesinin kökleri, 1993 senesine dayanıyor. Öcalan, en son 2013- 15 çözüm sürecinde olmak üzere, defalarca bu projesini, metot ve ayrıntılarıyla dile getirmiştir.
Devlet Bahçeli’nin açıklaması, Cumhurbaşkanının tutumu, dile getirilen “beka sorunu” ve “tehlikede olan vatan” vurgusu ve tabii son iki ayda konuşulan pek çok ayrıntı bir araya getirildiğinde; Türkiye’nin alternatif olarak bu projeye meylettiği söylenebilir mi?
Bu proje, uygulamaya konulduğu andan itibaren, açığa çıkabilecek, büyük riskler de içeriyor. Orta Doğu’da, hali hazırda bütün taşlar hareketli, sınır taşları da…
Bütün dinamikler tetikte ve tümü birbiriyle bağlantılı ve doğrudan birbirini etkiliyor.
Bu proje yürürlüğe konulduğu andan itibaren, hiçbir şeyin güvencesi yoktur. Bu “politik olasılıklar” hesabına göre yürüyecek bir akıştır. Örneğin; başladıktan sonra Kürt Hareketi, Öcalan’ın arkasında durduğunu taahhüt etse dahi, böylesi reel politik bir süreçte konumundan hareketle temsil ettiği halkın çıkarlarını, önceleyerek, manevralar yapabilir. Bu büyük bir risk olarak görülüyor. Israrla, (bir çok kesimin anlam vermekte zorlandığı boyutlarda) Öcalan ve Hareketi arasındaki ilişkiyi gündemleştirmelerinin esas sebebi bu değil midir? Çünkü projenin selameti için hayati önemdedir.
ikinci önemli konu; proje niyetini açık belli ederek, somut adımlara dönüştüğü andan itibaren, Orta Doğu‘daki “Büyük Proje”yi yürüten güçler tarafından nasıl karşılanacağı öngörülüyor mu? Hedef tahtasına bir anda, İran’ın yerine, Türkiye’nin oturtulması riskini de içermiyor mu? Üçüncü önemli husus; “ sosyal güvenlik politikası” diye tanımlanan, toplumun pekçok kesimini, hatta tamamına yakınını, denetim altında tutan kapakların ve basınç vanalarının bir anda patlama olasılığı… Belirsizlikler böyle sıralanabilir: Örneğin ana muhalefet partisi, Avrupa Birliği’nin daha güçlü desteğini alabilir mi? Bir anda Türkiye’nin Siyasal tablosu farklı bir yöne verilebilir mi? Bunların tamamı soru işaretidir.
Peki önlem olarak ne yapılıyor?
Şimdiye kadar yapılan şudur; en riskli boyut, MHP üzerinden yürütüyor. MHP ,taşları yerinden oynatarak, ezberleri bozarak,direnç noktalarını anlamaya, bütün bu riskleri ortaya çıkarmaya ve ölçmeye hizmet edecek pratikler sergiliyor.Gerçekten risk alıyor.
Cumhurbaşkanı, seçimi kurtaracak noktada duruyor. Ve esas olarak bu tabloyu topluma göstererek, riskler, tehlikeler, olasılıklar ve çözüm imkanları vurgulanarak, daha güçlü ve daha etkili yetki isteniyor. “Yumuşama” ve “birlik” vurgusu bununla paralel yürütülüyor. Bu durum, baskın bir erken seçim hazırlığı olarak, MHP’nin ataklarıyla paralel yürütülüyor.
“Süreç” sadece bir seçim kazanmak hesabı değil yani…Tehlike gerçekten büyük. Ama kazanılacak bir seçim ile en azından “toplumsal güvenlik sorunu”, “muhalefet sorunu” risk olmaktan çıkarılabilir, diye düşünüyorlar sanırım. Bu süreçte başarı şansını artırabilir.
Hükümet, zamanla yarışıyor.
Kısacası sorun, ne sadece basit bir seçim taktığı, ne de gerçekten seçimi hiç düşünmeyen, stratejik bir “kardeşlik”projesidir. Burada da hayat tamamen reel politiktir.