ARZU YILMAZ
Yeni Suriye’ radikal İslamcılar’ın elinde şekil alırken, uluslararası toplum birden Kürt sorununu hatırlayıverdi.
Son on yıldır ‘IŞİD’e karşı mücadelede en güçlü ortağımız’ dediler…
‘SDG’ dediler…
‘Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ dediler…
Ama bu askeri ve idari yapıyı ortaya çıkaran Kürt sorununundan hiç bahsetmediler.
Hatta Türkiye’nin bu yapıyı hedef alan saldırıları karşısında ‘Ankara’nın meşru ve haklı güvenlik kaygıları’ndan dem vurarak, ortada bir sorun varsa bile bu bir ‘terör’ sorunudur demeye getirdiler…
Bu haliyle de ‘Kürt sorunu yoktur’ diyen Türkiye’nin dümen suyuna gittiler…
Fakat Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Şam’daki yeni yönetime entegrasyonu konusunda Türkiye’nin takındığı, Dışişleri Bakanı Fidan’ın ifadesiyle, ‘kısaca hayır’ tutumu belli ki Kürt sorununu hatırla(t)mayı gerektirdi.
Geçtiğimiz hafta Fransa, Almanya ve ABD kaynaklı çağrılarda ‘Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi’ gerektiği vurgusu dikkat çekiciydi. Bu çağrılara BM Suriye Özel Temsilcisi Pedersen da katıldı ve Türkiye destekli saldırılara atıfla, gerilimlerin siyasi yollarla çözülmemesi durumunda Suriye'deki herkes için 'dramatik sonuçlar’ doğacağını söyledi.
Bu bağlamda, deyim yerindeyse, kitabın ortasından konuşan ise Rusya Devlet Başkanı Putin oldu. "Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Kürtlere bağımsız devlet verilmişti, ancak o zamanlar yanlış bir karar verildi ve Kürtler kandırıldı” diye söze başlayan Putin, sonra "Kürtlerin ciddi insanlar ve gerçek bir savaşçı" olduklarından bahsetti, lafı ”Türkiye'de milyonlarca Kürt var”a bağladı ve nihayet "Türkiye güvenliğini bir şekilde sağlamalı, Kürt meselesi çözülmeli’ dedi.
Batı’nın ve Rusya’nın farklı saiklerle Kürt sorununun çözümünü gündeme getirdiklerini tahmin etmek zor değil…
Ancak, konu Suriye de olsa Kürt sorunun çözümüne ilişkin çağrıların Şam yerine Ankara’ya yapılmasında şaşılacak bir durum yok tabii. Her ne kadar Fidan ‘Şam'da artık yeni bir yönetim iş başında. Bu, öncelikle yeni yönetimin meselesidir’ gibi açıklamalar yapsa da her şey ortada…
Eğer Şam’daki yeni yönetim ve Kürtler arasında hala doğrudan bir temas yoksa bunun nedeni Türkiye…
Ne yeni yönetim Kürtleri inkar ediyor…
Ne Kürtler yeni yönetime itiraz ediyor…
Günün sonunda bir anlaşmaya varmalarının zor olduğunu bilseler de en azından şimdilik bir araya gelmelerinin çıkarlarına hizmet edeceğini her iki taraf da biliyor…
Yeni yönetim egemen bir güç olarak meşruiyetini perçinlemeyi, Kürtler meşru bir aktör olarak tanınmayı bir öncelik saydığı ölçüde bir araya gelmeyi arzuluyor…
Ama Türkiye engelliyor…
Çünkü Türkiye’nin asıl amacı, Şam Büyükelçiliği’ne atanan maslahatgüzarın ‘takdir’ ettiği biçimiyle ‘Suriye ile Osmanlı dönemindekine benzer bir ilişkiye sahip olmak’.
Yani, Trump’ın pek de yerinde tespitiyle Suriye’ye ‘el koymak’…
Bu maksatın hasıl olması için de Şam’daki yeni yönetimin yalnızca İslamcı olması yetmez, aynı zamanda zayıf olması da gerekir…
Hazır Suriye’nin güneyine de İsrail ‘el koymuşken’ ne ABD’nin ne Avrupa’nın bu durumdan şikayetçi olduğu söylenebilir aslında…
Bu çerçevede, Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi gerektiğine dair çağrıları ise en fazla Türkiye’ye gösterilen müsamahanın sınırlarına dair bir hatırlatma sayılabilir. Anlaşılan, söz konusu sınırları belirleyen faktörlerin başında da IŞİD var. Bundan bir kaç hafta sonra ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı olması beklenen Mike Waltz, ‘birinci menfaatimiz’ dediği IŞİD’le mücadelede ve IŞİD’li mahkumların bulunduğu hapishanelerin kontrolünde Kürtlerle çalışmaya devam edeceklerini söyledi, ki Türkiye son günlerde her fırsatta bu göreve talip olduğunu vurguluyordu. Ancak, belli ki Türkiye’ye olan güvensizlik devam ediyor. Bu haliyle de Fırat’ın doğusundaki mevcut durum şimdilik devam edecek görünüyor. Zira bütün aktörler olayların bu kadar hızlı gelişmesinden rahatsız, bir bakıma bekle-gör moduna geçiyor.
Bu arada Türkiye’yle güven sorunu yaşayan bir başka taraf Arap devletlerini ise Fidan teskin etmeye çalışıyor:
‘Türkiye'nin Suriye'de herhangi bir tahakküm peşinde olduğu tarzında bir izlenim doğmasını istemiyoruz…Tahakküm kültürü bölgeyi mahvetti. Dolayısıyla ne Türk tahakkümü, ne Fars tahakkümü, ne de Arap tahakkümü olmalı. Hep birlikte işbirliğini esas almalıyız” diyor…
Ancak, Fidan’ı dinleyenler aynı zamanda Erdoğan’ın dediklerini de duyuyor:
‘Ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız. İnsan nasıl kaderinden kurtulamazsa, Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz. Çağa liderlik eden bir büyük ve güçlü Türkiye hedefine emin adımlarla ilerliyoruz. Şu gerçeği Suriye başta olmak üzere, son dönemde bölgemizde yaşanan her hadise bizlere hatırlatmaktadır, Türkiye, Türkiye'den daha büyüktür’.
‘Hasılı’, Türkiye bir türlü akıllanmıyor…
Aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar beklemekten vazgeçmiyor… (ARTI GERÇEK)