Van Eğitim Sen, birinci dönem eğitim raporunu açıkladı
RADİKAL PRESS - Eğitim-Sen Van Şubesi 2024-2025 Eğitim Yılı Eğitim Raporunu kamuoyuna açıkladı.
Eğitim Sen’in 2024-2025 Eğitim Öğretim yılı birinci dönem sonu değerlendirme raporunu okuyan Şube Eş Başkanı Funda Demir Bozkurt şunları söyledi.
2024-2025 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BİRİNCİ YARIYIL RAPORU
2024/’25 eğitim-öğretim yılının ilk yarısı 17 Ocak Cuma günü sona erecek ve iki haftalık yarıyıl tatili başlayacaktır. MEB’in örgün eğitim istatistiklerine göre Türkiye’de örgün eğitimde (resmi + özel) 18 milyon 710 bin öğrenci bulunmaktadır. Toplam 75 bin 467 eğitim kurumu/okulu içinde devlete ait kurum/okul sayısı 61 bin 111 (yüzde 81) iken, özel okulların sayısı 14 bin 352 (yüzde 19) dir. Devlet okullarında okuyan öğrenci sayısı 15 milyon 849 bin 271 (yüzde 84,71), özel okullarda okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 631 bin 192 (yüzde 8,72); Açık öğretimde okuyan toplam öğrenci sayısı ise 1 milyon 229 bin 802 (yüzde 6,57)’dir.
2023-2024 Yaş Gruplarına Göre Net Okullaşma Oranı
Net Okullaşma (MEB Geleceğin İnşası Eğitim 2002-2024 Kitabı)
Çağ Nüfusu (2023 Aralık)
Okula Kayıtlı Okula Kaydı Olmayan 2023/’24
5 yaş 86,24 1.256.552 1.083.650 172.902
6-9 yaş 98,61 5.309.934 5.236.126 73.808
10-13 yaş 98,32 5.122.388 5.036.332 86.056
14-17 yaş 91,25 5.169.106 4.716.809 452.297
Toplam 5-17 (T.C. Yurttaşı) 95,34 16.857.980 16.072.917 785.063
Toplam 5-17 (Yabancı) 76,44 1.317.122 1.006.821 310.301
Toplam (Yurttaş ve Yabancı) 5-17 93,97 18.175.102 17.079.738 1.095.364
Çukurova Üniversitesi öğretim üyesi ve sendikamız üyesi Prof. Dr. Adnan Gümüş’ün araştırmasına göre 2023 sonu itibariyle eğitim çağındaki nüfus 18 milyon 175 bin 102 iken, 2023/24 eğitim öğretim yılında okula kayıtlı öğrenci sayısı 17 milyon 79 bin 738’dir. Bu durumda çağ nüfusunda olmasına rağmen okula kaydı olmayanların sayısı 1 milyon 95 bin 364 olmuştur.
OECD’nin Bir Bakışta Eğitim 2024 raporuna göre, Türkiye’de okullaşma oranları bölgelere göre büyük farklılık göstermektedir. Özellikle Doğu ve Batı bölgelerindeki büyük fark dikkat çekmektedir. Okullaşma oranı 15-19 yaş aralığı içim Kuzeydoğu Anadolu-Doğu bölgesi için yüzde 60,5 ile en düşük düzeyde iken, Kuzeydoğu Anadolu-Batı bölgesi için bu oran yüzde 83,2’dir. Bunun en büyük sebepleri arasında eğitim altyapısındaki büyük yetersizliklerin ve yoksulluğun olduğudur.
Türkiye çapında devlet ve özel okullarda toplam 1 milyon 168 bin 896 öğretmen görev yapmaktadır. 2024/25 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle devlet okullarında görev yapan öğretmenlerin sayısı 993 bin 397; özel okullarda çalışan öğretmenlerin sayısı 175 bin 499’dur. Devlet okullarında ek ders karşılığı çalıştırılan ve tamamı asgari ücretin altında ücret alan ücretli öğretmenlerin sayısı 100 bine yakındır.
Türkiye’de yıllardır çok ağır çalışma koşulları altında ve özveriyle görev yapan eğitim emekçilerinin yaşam koşulları giderek ağırlaşırken, boş kadro olmasına rağmen, uzunca bir süredir eğitim kurumlarına genel idari hizmetler, teknik personel ve yardımcı hizmetler sınıfında memur alımı yapılmamaktadır. Bu durum özellikle yardımcı hizmetli istihdamında ‘dışarıdan hizmet satın alma’ yöntemi ile taşeron çalıştırma uygulamalarının artmasına neden olmuştur. Okullarda yardımcı hizmetlerin büyük bölümü İŞKUR’un 9 aylık sürelerle istihdam edilen Toplum Yararına Çalışma Programı (TYP) personeli ya da yine İŞKUR bünyesinde başlatılan İşgücü Uyum Programı (İUP) gibi geçici personel istihdamı üzerinden yapılmaktadır.
Millî Eğitim Bakanlığı'nın verilerine göre devlet okullarında toplam 143 bin 355 temizlik personeli görev yapmaktadır. Bu personelin 49 bin 578’i kadrolu personel, 30 bini İŞKUR TYP kapsamında, 63 bin 777’si ise İUP kapsamında istihdam edilmektedir. İUP kapsamında kısmi süreli olarak istihdam edilen personele asgari ücretin yarısından az bir “cep harçlığı” ödenmekte, söz konusu personelin çalışması üzerinden emeklilik sigorta primi ödemesi yapılmamaktadır. Eğitim öğretim yılının başından itibaren haftada üç gün çalışan geçici temizlik personelinin, okul hijyeni için yetersiz olduğu görülmüştür. Bu durumun olumsuz sonuçlarını yaşayan eğitim emekçileri ve veliler okullarda salgın hastalıkların yayılma riskine dikkat çekerek acil çözüm talep etmektedir.
Hükümetin tasarruf politikaları kapsamında temizlik personelinin çalışma günlerinin azaltılması, okullardaki hijyen koşullarını ciddi şekilde tehlikeye atmış ve öğrencilerin sağlığını riske sokmuştur. Eğitimin niteliğini korumak ve öğrencilerimizin sağlığını güvence altına almak için okullarda hijyenin tam anlamıyla sağlanması zorunludur.
EĞİMİN YAPISAL SORUNLARINA ÇÖZÜM ÜRETİLMEMİŞTİR
2024/’25 eğitim öğretim yılının birinci yarıyılı, geçmişten günümüzde varlığını sürdüren yapısal sorunlara çözüm üretilmediği bir dönem olmuştur. Eğitimde ticarileşme ve eğitimi dinselleştirme uygulamaları artarak devam etmiştir. Siyasi iktidarın eğitim alanında, uzun süredir kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlar, okul öncesi eğitimden başlayarak eğitimin bütün kademelerinde Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli vakıf ve derneklerle iş birliği halinde hayata geçirilen ÇEDES benzeri proje ve protokoller, başta öğrencilerimiz olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri doğrudan etkilemeyi sürdürmüştür.
Eğitim sisteminde farklı kimlik ve kültürler üzerinden yaşanan ayrımcılıklar da eğitimde önemli bir eşitsizlik kaynağı olmayı sürdürmektedir. Özellikle farklı etnik kimliklere mensup öğrenciler, dil engelleri ve kültürel farklılıklar nedeniyle eğitim sisteminde dışlanma tehdidi ile karşı karşıyadır. Temel ve evrensel bir insan hakkı olan anadilinde eğitim hakkının yok sayılması, anadili farklı olan öğrencilerin eğitimde geri kalmalarına neden olmaktadır. Ayrıca, eğitim müfredatında farklı etnik grupların tarihine ve kültürüne yer verilmemesi, öğrencilerin kimliklerini geliştirme ve koruma hakkını ellerinden almaktadır. Bu durum, farklı kimliklerin eğitimdeki temsilini zayıflatmakta ve toplumsal eşitsizliklerin sürekliliğine katkıda bulunmaktadır.
2024/’25 eğitim öğretim yılının ilk yarısında yıllardır çözüm bekleyen okulların fiziki altyapı ve donanım eksiklikleri giderilmemiş, kalabalık sınıflar, ikili öğretim ve taşımalı eğitimden kaynaklı sorunlara çözüm üretmek yerine alınan kararlarla yeni mağduriyetler yaratılmıştır. Özellikle deprem bölgelerinde okul binalarının yeniden inşası ve güçlendirilmesi çalışmaları yetersizdir. Kalabalık sınıflar ve eksik derslikler, öğrencilerin sağlıklı bir eğitim ortamına erişimini zorlaştırmıştır.
2024/’25 eğitim-öğretim yılı başında “tasarruf tedbirleri” kapsamında taşımalı eğitimden yararlanan bir milyonu aşkın öğrencinin yüzde 30’una denk gelen sayıda öğrenci taşımalı eğitim kapsamından çıkarılmış, bazı bölgelerde servisler tamamen kaldırılmıştır. Bu durum başta kız çocukları olmak üzere, çok sayıda öğrencinin eğitime erişim hakkının bizzat devlet eliyle engellenmesi anlamına gelmiştir.
Deprem bölgelerinde eğitimde normalleşme çabaları, 2024/’25 eğitim öğretim yılının ilk yarısında yetersiz kalmıştır. Birçok okulda eğitim, konteyner sınıflarda ve geçici yapılar içinde devam etmiştir. Öğretmen eksikliği, altyapı sorunları ve psikososyal destek yetersizliği, depremzede öğrencilerin eğitim hakkını olumsuz etkilemiştir. Kalıcı okul inşaatlarının yavaş ilerlemesi, çocukların uzun süre eğitim kaybı yaşamasına neden olmuştur. Depremden etkilenen bölgelerdeki birçok öğrenci, maddi imkansızlıklar eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamış, öğrencilerin barınma ve ulaşım gibi temel ihtiyaçlarının karşılanamaması eğitim sürecini olumsuz etkilemiştir.
2024/’25 eğitim öğretim yılının ilk yarısı aynı zamanda bölgesel, cinsel, sınıfsal vb. eşitsizliklerin derinleştiği, çocukların eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamadığı, eğitime erişimde yaşanan sorunlara çözüm üretilmediği ve anadilinde eğitim gibi en temel sorunların varlığını sürdürdüğü bir dönem olmuştur.
2024/’25 eğitim öğretim yılının ilk yarısında 20 bin sözleşmeli öğretmen ataması yapılmıştır. Ancak öğretmen atamalarında mülakat sisteminin devam etmiş ve bu durumun torpil ve liyakatsizlik iddialarına yol açmıştır. Eğitim Sen başta olmak üzere tüm sendikalar ve meslek örgütlerinin mülakatların kaldırılması ve atamaların yalnızca KPSS puanı esas alınarak yapılması için defalarca çağrıda bulunmasına rağmen mülakat uygulaması nedeniyle yazılı sınavdan yüksek puan alan binlerce öğretmen mülakat sınavı sonucunda elenmiştir. Mülakat sonuçlarının şeffaf bir şekilde açıklanmaması atamalara dair güvensizliği daha da artırmış, bu durum yeni öğretmen intiharlarını gündeme getirmiştir.
Ülkemizde 4857 sayılı İş Kanunun 39. Maddesi gereği devlet tarafından belirlenen asgari ücretin altında çalışanlara aylık ücret verilemeyeceği, bu kurala uymayanlara ise ceza uygulandığı bilinmesine rağmen, bizzat MEB tarafından devlet okullarında yapılan ücretli öğretmen görevlendirmelerinde bu yasaya aykırı hareket edilmektedir. Ücretli öğretmenler, asgari ücretin altında bir ücretle çalışmaya devam etmiş, Kasım ayı ücretlerini bir ay sonra kamuoyu tepkisinin etkisiyle ancak alabilmiştir. İş güvencesinden yoksun olan ücretli öğretmenler, ders saatlerine göre ücret alırken en temel sosyal haklardan mahrum bırakılmıştır.
ÇOCUKLARA VE HAKLARINA YÖNELİK TEHDİTLER
Türkiye’de çocuk haklarıyla ilgili ciddi ihlaller yaşanmaya devam etmekte, birçok çocuk yaşama, barınma, eğitim, sağlık, fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı korunma gibi temel haklarından mahrum bırakılmaktadır. Bu ihlaller çocukları her türlü tehlikeye karşı savunmasız bırakmakta, çocuk yaşta işçiliğe ve evliliklere zorlanmalarına, istismara ve şiddete maruz kalmalarına yol açmaktadır. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve toplumsal krizler de çocukları daha fazla etkilemekte onların savaş, ekonomik sıkıntılar, sosyal ve siyasi krizlerin gölgesinde büyümek zorunda kalmalarına neden olmaktadır.
Eğitim dışına itilen çocuk sayısı son üç yılın en yüksek seviyesindedir
Son yıllarda özellikle eğitime erişim başta olmak üzere çocukların en temel haklarından yararlanma oranlarında keskin bir düşüş gözlemlenmektedir. Bu düşüş 2023-2024 eğitim öğretim yılında da devam etmiştir. Eğitim Reformu Girişimi’nin raporuna göre, 2023-24’te eğitim dışındaki çocuk sayısı yüzde 38,4 artarak yaklaşık 612 bin 814’e yükselmiştir. Zorunlu eğitimde olması gereken 200 bine yakın çocuğun eğitim dışında olduğu araştırmaya göre okuldan ayrılmalar yüzde 74 oranıyla en çok ortaöğretim seviyesinde yaşanmıştır.
2023-24’te eğitim dışındaki çocukların yüzde 53,6’sı erkek yüzde 46,4’ü kız çocuktur. Geçici koruma altındaki Suriyeli çocukların sayısı, 14-22 yaş aralığında mesleki eğitim merkezi (MESEM) öğrencileri ve açık öğretime kayıtlı 18 yaş altı öğrencilerde bu sayıya dâhil edildiğinde örgün eğitimin dışında bırakılan çocuk sayısı 1 milyon 578 bin 941 olmaktadır. Bu veriler ile eğitim dışındaki çocuk sayısı son üç yılın en yüksek seviyesine çıkmaktadır. Öte yandan okul terklerinin özellikle 15-17 yaş grubundaki çocuklarda daha fazla olduğunu gösteren araştırmaların sebepleri arasında en yaygın olanların çocuk yaşta evlilikler ve çocuk işçiliği olduğu görünmektedir. TÜİK verilerine göre zorunlu eğitim çağındaki 15-17 yaş grubundaki çocukların yüzde 22,1’i iş gücüne katılmaktadır. İşgücüne katılma oranı cinsiyete göre incelendiğinde, bu oranın erkek çocuklar için yüzde 32,2 iken bu oran kız çocukları için yüzde 11,5 olduğu görünmektedir.
UNICEF’in Temmuz 2024 verilerine göre Türkiye’deki dört milyonu aşkın geçici koruma altındaki sığınmacı arasında 3,6 milyondan fazla Suriyeli ve 1,7 milyondan fazla çocuk bulunmaktadır. Bununla birlikte, yaklaşık 400.000 geçici koruma altındaki çocuk okul dışı kalmaya devam etmektedir. Son yıllarda artan mülteci nüfusuyla birlikte mülteci çocuk işçi sayısında da belirgin bir artış gözlemlenmiştir. Özellikle Suriyeli sığınmacı çocuklar, iş gücü piyasasında oldukça kötü koşullarda, düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmaktadır. Bu çocuklar, ayrımcılıkla karşılaşmakta ve temel işçi haklarından yoksun bir şekilde emekleri sömürülmektedir.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler, düşük maliyetle uzun süreler boyunca çalışacak, işçi haklarını talep etmeyecek ve her türlü çalışma şartını kabul edecek iş gücü olarak başta mülteciler olmak üzere işçi çocuklara yönelmektedir. Çoğu zaman karın tokluğuna çalıştırılan bu çocuklar, yasal olarak çalışması tamamen yasak olan metal, inşaat, kimya gibi ağır ve tehlikeli iş kollarında çalışırken sağlıklarını ve güvenliklerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmaktadır.
İSİG Meclisi’nin raporuna göre 2023 Eylül -2024 Ağustos döneminde en az 66 çocuk çalışırken hayatını kaybetmiştir. Tarım sektöründe 24 çocuk, sanayi sektöründe 17 çocuk, inşaat sektöründe 13 çocuk ve hizmet sektöründe 12 çocuğun çalışırken hayatını kaybettiği belirtilmiştir.
Kız çocuklarının eğitim haklarına yönelik müdahaleler sürmektedir
Türkiye’de, özellikle kırsal bölgelerde kız çocuklarının okullaşma oranları, erkek çocuklarına kıyasla daha düşüktür. Bu durum, geleneksel toplumsal normların, ekonomik faktörlerin ve ailelerin kız çocuklarını eğitime teşvik etme konusundaki isteksizliklerinin bir sonucudur. Ailelerin geleneksel değerleri, kız çocuklarının eğitime erişiminde büyük bir etkiye sahiptir. Çocuk yaşta zorla evlendirilmeler, kız çocuklarının eğitimlerini yarıda bırakmalarına neden olan önemli bir toplumsal sorundur. Bu durum, eğitimsiz kadınların yaşam boyu süren sosyo-ekonomik dezavantajlarla karşılaşmasına yol açmaktadır.
Türkiye’de de kız çocukları, siyasi iktidarın çocuk evliliklerinin yolunu açan, şiddet ve istismar faillerinin elini kolaylaştırıp cesaretlendiren yasal düzenlemeleri, eğitimin özelleştirilmesi ve dinselleştirilmesi politikaları ile eğitimin dışına itilmekte, toplumsal hayattan koparılarak güçsüzleştirilmekte, sömürüye, şiddete ve istismara maruz bırakılmaktadır. Resmi istatistikler durumun vahametine dair önemli ipuçları vermektedir.
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2024 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre Türkiye, 146 ülke arasında 127. sırada yer almıştır. Bu sıralama, Türkiye’nin eğitim başta olmak üzere sağlık, ekonomi ve siyaset gibi alanlarda cinsiyet eşitliği konusunda daha da gerilediğini ortaya koymaktadır.
TÜİK’in “2023 Evlenme ve Boşanma İstatistikleri”ne göre ise 2023 yılında 16-17 yaş arası 10.471 kız çocuğu evlendirilmiştir. Yine TÜİK’in 2023 yılı Doğum İstatistikleri Raporu’na göre 15-17 yaş grubunda 6 bin 505, 15 yaş altında 130 çocuk doğum yapmıştır. Türkiye’deki çocuk evlilikleri ve erken yaşta doğumlar, eğitimden uzaklaşan kız çocuklarının karşılaştığı en büyük tehlikelerden biridir. Bu durum, çocukların sadece eğitim hakkının ihlaline değil, aynı zamanda fiziksel ve psikolojik sağlıklarının da tehlikeye girmesine yol açmaktadır. OECD Bir Bakışta Eğitim 2024 Raporu verilerine göre, Türkiye’de 15-29 yaş aralığındaki gençlerin yüzde 28’i ne eğitimde ne işte ne de bir staj programında yer almaktadır. OECD ülkelerinde bu oran ortalama yüzde 13 civarındadır. 15-24 yaş arasındaki kadınlar ve kız çocuklarında bu oran yüzde 46’ya çıkarken, erkeklerde ise yüzde 14,9 seviyesinde kalmaktadır.
Okul Terki Sorunu Çözüm Beklemektedir
Okul terki, genellikle öğrencilerin ortaöğretimi tamamlamadan eğitimden ayrılmaları anlamına gelmekte ve eğitim sistemlerinin etkinliğini gösteren önemli bir göstergedir. OECD Bir Bakışta Eğitim 2024 Raporu verilerine göre Türkiye’de ortaöğretimi tamamlamadan eğitimden ayrılan öğrencilerin oranı yaklaşık yüzde 25 civarındadır. OECD’ye göre Türkiye’de öğrencilerin dörtte biri ortaöğretimi tamamlamadan okulu terk etmektedir. OECD ülkelerinde bu oran ortalama yüzde 10 civarındadır. Bu da Türkiye’deki okul terki oranının OECD ortalamasının çok üzerinde olduğunu göstermektedir. Türkiye’de ortaöğretim seviyesinden sonra eğitimi terk eden 18-24 yaş aralığındaki gençlerin oranı ise yüzde 28’dir
Türkiye, okul terki oranı açısından uzun yıllardır OECD ortalamasının oldukça üzerindedir. Bu durum, özellikle sosyo-ekonomik durumu dezavantajlı öğrencilerin eğitim hakkından eşit koşullrda yararlanmasının sağlanmasında ciddi zorluklar olduğunu ve eğitim sisteminde ciddi düzenlemelere ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Okul terkinin azaltılması için, öğrencilerin okulda kalmasını teşvik edecek daha fazla destek ve sosyal programların hayata geçirilmesi gerekmektedir.
OKULLARDA YAŞANAN DİNSELLEŞME UYGULAMALARI SÜRMÜŞTÜR
2024/’25 eğitim-öğretim yılının ilk yarıyılında eğitimde dinselleşme pratikleri hız kazanmış ve çeşitli uygulamalarla eğitim sisteminin laik, bilimsel ve kamusal niteliği ciddi şekilde zedelenmiştir. Okullarda çeşitli dini vakıf ve derneklerin etkinlikleri artırılarak, öğrenciler söz konusu etkinliklere yönlendirildiği görülmüştür. Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) çeşitli dini vakıf ve derneklerle yaptığı protokoller, okullarda bu yapıların etkin bir şekilde faaliyet göstermesine zemin hazırlamıştır. Bu vakıf ve dernekler, özellikle “değerler eğitimi” adı altında öğrencilerin dini içeriklerle yoğun şekilde karşılaştığı etkinlikler düzenlemiştir. Bazı okullarda bu etkinliklerin zorunlu hale getirildiği gözlemlenmiştir.
Okullarda, öğretme-öğrenme sürecinde kullanılan yöntemler, söylemler ve materyallerin büyük ölçüde dini kural ve referanslara göre düzenlenmesi, okulları eğitim kurumu olmaktan hızla uzaklaştırmaktadır. Bu durumun son örneği geçtiğimiz dönem Van’da ve Kocaeli'nin Gebze ilçesinde yaşanmıştır. İlk olarak Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) tarafından Van’da ortaokul öğrencilerine dağıtılan “Filistin Hikâyeleri” adlı kitabın içeriğinin, çocukların pedagojik gelişimine uygun olmayan unsurlar barındırdığı görülmüştür. Kitapta ölüm, şehitlik, patlama ve kefen gibi kavramlar işlenmiş, cihatçı söylemler üzerinden şehitliği yücelten ifadeler kullanılmıştır. Benzer şekilde Kocaeli’nin Gebze ilçesinde bulunan bir ortaokulda görev yapan bir öğretmen öğrencilere “Aylık Namaz Takip Çizelgesi” dağıtmıştır. Sınıfta namaz takip çizelgesi dağıtılması öğrencilerin “tek din, tek mezhep” anlayışıyla hareket edilerek inanç ayrımına bakmaksızın belli bir inanç ve mezhebe özgü dini pratiklerin dayatılması anlamına gelmektedir. Böyle bir uygulama devletin bütün inançlar karşısında eşit ve tarafsız olmasını ifade eden laiklik ilkesine temelden aykırıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli tarikat ve cemaatlerin ülke çapında, çocukların kişilik ve karakterinin büyük ölçüde şekillendiği 4-6 yaş gurubuna yönelik olarak Kur’an kursları faaliyetlerini artırarak sürdürmektedir. Gerek Anayasa’da yer alan laiklik ilkesi, gerekse 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na göre eğitim laik, bilimsel ve pedagojik esaslara dayanmalıdır. 4-6 yaş grubundaki çocuklar zorunlu eğitim çağının dışında olmalarına rağmen Diyanet başta olmak üzere, tarikat ve cemaatlerin bu yaş grubuna yönelik her türlü dini eğitim etkinliği Anayasaya, Milli Eğitim Kanununa ve eğitim biliminin temel ilkelerine aykırıdır.
Okul öncesi eğitimde din eğitimi verilmesi hem pedagojik hem de yasal mevzuat bakımından son derece yanlış ve tartışmalı bir uygulamadır. Bu kursların müfredatı ve uygulamaları üzerinde MEB’in doğrudan bir denetim yapmaması, denetimsizlik sorununu gündeme getirmektedir. MEB’in Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile ortaklaşa yürüttüğü ve Eğitim Sen olarak ülke tarihinin en tehlikeli projesi olarak tanımladığımız ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) projesi kapsamında okullarda artan dini etkinlik ve faaliyetlere öğrencilerin veli izni olmaksızın katılımı sağlanmıştır. Geçmişte bazı okullarda sınıfın ortasına mezar konularak öğrencilerden ağıt yakmalarının istenmesi, hayvan maketleri üzerinden kurban kesme ritüelleri düzenlenmesi ve sınıfta şeytan taşlama gibi akıllara durgunluk veren uygulamaların hayata geçirildiği hatırlanacaktır.
MEB Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2023/’24 eğitim öğretim yılı boyunca ÇEDES kapsamında 21 bin 372 okulda 996 bin 886 öğrenci, 1 milyon 993 bin 772 veliye ulaşılmıştır. MEB her ne kadar Diyanet personelinin okullarda görevlendirilmediği iddia etse de pek çok ilde ÇEDES projesi kapsamında imamların, vaizlerin ve diyanete bağlı olarak çalışan memurların okullarda “manevi danışman” olarak görevlendirildiği bilinmektedir.
2024/’25 eğitim-öğretim yılının ilk yarıyılında ÇEDES projesi kapsamında çeşitli illerde “sosyal etkinlik” adı altında cami ziyaretleri ve toplu namaz etkinlikleri yapılmış, pek çok ile okullara en yakın caminin temizlenmesi talimatı hazırlanan “kısa mesajlar” üzerinden gönderilmiştir. Yine yıllardır karşılaştığımız gibi bazı okullarda kız ve erkek öğrencilerin ayrı sınıflarda eğitim görmeye zorlanması, karma eğitim karşıtı uygulamaların somut bir yansıması olarak dikkat çekmiştir. Eğitim öğretim yılının ilk yarısında ÇEDES projesi kapsamında okullarda yapılan ve kamuoyuna yansıyan bazı etkinlikler şu şekildedir:
⦁ Türkiye’nin dört bir yanında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde uygulamalı hac eğitimi verilmekte, sınıfın ortasına kurulan Kâbe maketi etrafında tavaf eden öğrenciler, ihram giyimini öğrenip şeytan taşlama pratiği gerçekleştirmektedir.
⦁ Bornova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, 2 Aralık 2024 tarihinde okullara gönderdiği yazı ile ÇEDES Projesi kapsamında lise, ortaokul, ilkokul ve anaokullarından oluşan 99 okula cami imamlarını görevlendirmiştir. Görevlendirme listedeki din görevlilerin tamamı AKP İzmir İl Başkanı, MÜSİAD üyesi patron Bilal Saygılı’nın kendi adına yaptırdığı Ege Üniversitesi Kampüsü içerisindeki Bilal Saygılı Camisinden seçilmiştir.
⦁ 18 Aralık 2024'te Konya’da düzenlenen “Arapça Günü Etkinlikleri” kapsamında bir öğrencinin IŞİD militanı gibi giydirilip eline oyuncak silah verilerek arkadaşlarına ateş ettirildiği bir gösteri gerçekleştirilmiştir. Bu etkinlik, kamuoyunda büyük tepki toplamıştır.
⦁ Manisa'nın Kula ilçesindeki Jeopark Ortaokulu’nda, ÇEDES projesi kapsamında düzenlenen “Filistin İçin Tek Yürek” adlı etkinlik, içerdiği sahneler nedeniyle kamuoyunda tepki çekmiştir. Gösteride, sahnede kanlı kefenler, kesik kol ve bacak maketleri sergilenmiş; ayrıca öğrencilere oyuncak silahlar verilmiştir. Etkinliğe Kula Kaymakamı, Kula Belediye Başkan Vekili, İlçe Milli Eğitim Müdürü ve diğer protokol üyeleri de katılmıştır.
ÇEDES projesi kapsamında okullarda yürütülen faaliyetlerin çocukların gelişimine ve laik eğitime karşı uygulamalar olarak hayata geçirilmesi veliler başta olmak üzere, kamuoyunun yoğun tepkisi ile karşılaşmıştır. Gösterilen tepkiler üzerine, yetkililerin ÇEDES projesinde bazı düzenlemelere giderek, öğretmenlere etkinliklerin sosyal medyada paylaşılmaması yönünde uyarılar yapılmış, öğrencilerin velilerin izni olmadan faaliyetlere katılmasının yasal sorunlar yaratacağı ifade edilerek, projenin isminin daha az kullanılması ve faaliyetlerin “Değerler Kulübü” adıyla yürütülmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın, İl ve ilçe Milli Eğitim Müdürlüklerinin, mülki amirlerin resmi ya da gayri resmi herhangi bir kurum, kuruluş ve kişilerle imzaladığı, imzalayacağı ÇEDES ve benzeri kapsamında, okullarda yapılacak etkinliklere öğrencilerin katılması velilerin yazılı onayı ve iznine tabidir. Okullarda pedagojik yeterliliği bulunmayan kişilerin ders saatinde veya teneffüslerde sınıfa, okulun toplantı, konferans, spor, sosyal etkinlikler düzenleyerek öğrencilere “manevi danışmanlık” yapamaz. Müfredatta yazılı eğitim öğretim faaliyetleri dışında ve Milli Eğitim Mevzuatında yer almayan sosyal etkinliklere (sosyal kulüp faaliyetleri, belirli gün ve hafta vb. faaliyetler dışındaki etkinliklere) velilerin onayı olmadan öğrencilerin katılımının teşvik edilmesinin yasal dayanağı yoktur.
Son olarak 2024 yılının son gününde Millî Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Merkezi, MHP’nin yan kuruluşu olan Ülkü Ocakları ile “yaygın eğitim faaliyetleri kapsamında genel, mesleki ve teknik kurslar düzenlenmesi” için protokol imzalamıştır. İktidar ortağı olan bir partinin gençlik örgütlenmesi olan Ülkü Ocakları’nın “sivil toplum örgütü” olarak gösterilmek istenmesi, okulların siyasetin propaganda alanlarına dönüştürülme çabalarının somut bir örneği olarak karşımıza çıkmıştır.
EĞİTİMDE TİCARİLEŞME SONUCUNDA OKUL MASRAFLARI ARTMIŞTIR
2024/’25 eğitim-öğretim yılının ilk yarısında öğrenciler ve veliler, artan okul ve kırtasiye masraflarıyla karşı karşıya kalmıştır. Özellikle son yıllarda yaşanan ekonomik zorluklar, yüksek enflasyon ve derinleşen ekonomik kriz, eğitim giderlerini de ciddi anlamda katlamıştır. Yüksek kayıt ücretleri ve zorunlu bağış uygulaması, kırtasiye ürünlerinin fiyatlarında yaşanan artışlar, okul kıyafetleri, servis ücretleri vb. gibi temel okul ihtiyaçlarına gelen fahiş zamlar, öğrenci ailelerin bütçelerinde büyük gedikler açmaya başlamıştır. Bu durum, özellikle dar ve orta gelirli ailelerin eğitim masraflarını karşılamalarını zorlaştırmıştır.
Veliler, bir öğrencinin okul masraflarını karşılamak için temel kırtasiye malzemelerinden okul kıyafetlerine, spor ayakkabısından beslenme masraflarına kadar geniş bir yelpazede harcama yapmak zorunda kalmıştır. 2024-2025 eğitim-öğretim yılının ilk yarısında devlet okullarında bağış adı altında velilerden kayıt parası talep edilmesi gibi uygulamalar yaygınlaşmış, eğitim masrafları, geçen yılın aynı dönemine göre önemli ölçüde artmıştır. Bunun yanı sıra okul kantinlerindeki fiyatlarda yaşanan artışlar, eğitim materyallerinin ticarileştirilmesi ve okul gezilerinin yüksek ücretlerle gerçekleştirilmesi, veliler üzerinde ekonomik baskı oluşturmuştur.
2024/’25 eğitim öğretim yılının ilk yarısında bir okul çantasını doldurmanın toplam maliyeti, öğrencinin sınıf seviyesine ve ihtiyaçlarına bağlı olarak değişmiştir. İlkokul öğrencisi için temel kırtasiye malzemeleri, çanta ve diğer gereksinimler hesaba katıldığında toplam maliyet 3.000 TL ila 5.000 TL arasında gerçekleşmiştir. Ortaokul ve lise öğrencileri için bu maliyet 6.000 TL’yi geçmiştir. Eğer teknolojiye yönelik ihtiyaçlar (tablet, hesap makinası vb) da eklenirse, bu rakamlar 10.000 TL’nin üzerine çıkmaktadır. Eğitim masraflarındaki artışlar, özellikle düşük gelirli ailelerin çocuklarının eğitime erişim imkanlarını ciddi anlamda tehdit etmiştir. Birçok aile, yaşanan hayat pahalılığı nedeniyle çocuklarının en temel okul ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmiştir.
Türkiye'de ilköğretimden yükseköğretime kadar öğrenci başına yapılan ortalama yıllık harcama 5.425 ABD doları iken, OECD ortalaması 14.209 ABD dolarıdır. Ayrıca, Türkiye'de Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’nın (GSYH) yüzde 4,2’si eğitim kurumlarına harcanırken, OECD ortalamasında bu oran yüzde 5’tir. Bu veriler, Türkiye’de eğitim harcamalarının OECD ortalamalarının altında olduğunu göstermektedir.
YENİ MÜFREDAT SORUNLARI BERABERİNDE GETİRMİŞTİR
2024/’25 eğitim-öğretim yılı itibarıyla “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altında yeni müfredat 1., 5. ve 9. sınıflarda ilk kez kademeli olarak uygulanmaya başlanmıştır. Müfredatta yapılan değişiklikler incelendiğinde, özellikle bilimsel gerçeklerden uzak, ideolojik eğilimlerle şekillenmiş ve öğrencilerin öğrenme süreçlerini olumsuz etkileyen bazı yanlış ve yanıltıcı bilgiler karşımıza çıkmaktadır. Müfredat değişikliklerinin içeriği ile sorunlu alanları bazı dersler üzerinden açıklamak mümkündür.
Yeni müfredatın tarih dersinde doğrudan ideolojik yönlendirmeler yapılmaktadır. Tarih dersinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki çöküş nedenleri ele alınırken, halk isyanları ve demokratikleşme mücadeleleri gibi toplumsal olaylar görmezden gelinmiş, bunun yerine dönemin yalnızca dış güçlerin müdahaleleriyle açıklanmaya çalışıldığı bir anlatının hâkim olduğu görülmektedir. Bu tür bir anlatım, öğrencilerin tarihsel olayları çok yönlü değerlendirmesini engellemekte ve toplumsal mücadelelerin önemini göz ardı eden bir perspektifi ortaya koymaktadır.
Hayat Bilgisi dersinde çevre bilinci ve sürdürülebilir yaşam ile ilgili bilgiler eksik veya yüzeysel işlenmiştir. Örneğin, küresel iklim değişikliğinin nedenleri açıklanırken fosil yakıt kullanımı ve sanayi devriminin etkilerine değinilmemiş, bunun yerine, bireysel sorumluluklar (çöplerin ayrıştırılması gibi) vurgulanarak sistemsel sorunlar göz ardı edilmiştir.
Fen Bilimleri dersinde evrim konusu tamamen kaldırılmış veya birkaç cümleyle geçiştirilmiştir. Doğal seçilim ve adaptasyon gibi konular eksik bırakılmış, bunun yerine yaratılış temelli yaklaşımlar bazı dolaylı ifadelerle ders içeriklerine yerleştirilmiştir. Bu durum, öğrencilerin biyolojik çeşitlilik ve canlıların tarihsel gelişimi hakkında bilimsel bilgi edinmesini engellemekte ve bilimsel düşünce sistematiğini zayıflatmaktadır.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde farklı inanç ve mezheplerin yer aldığı çoğulcu bir yapı göz ardı edilerek, yalnızca Sünni İslam anlayışı üzerinden bir müfredat hazırlanmıştır. Örneğin, Alevilik ve diğer inançlar hakkında bilgi verilirken eksik ve yetersiz ifadeler kullanılmıştır. Bu durum sonucunda farklı inançlara sahip öğrenciler kendilerini dışlanmış hissetmekte ve eğitimde laiklik ilkesiyle çelişen bir yaklaşım sergilenmektedir.
Türkçe ve edebiyat derslerindeki dil ve anlatım sorunları dikkat çekicidir. Türkçe dersinde kullanılan metinlerin büyük bir kısmı, edebi değer taşımayan ve tek taraflı ideolojik mesajlar içeren içeriklerden seçilmiştir. Örneğin, ders kitabındaki bazı şiir ve hikayeler, öğrencileri belli bir ideolojiye yönlendirme amacını taşımaktadır. Bu durum, öğrencilerin eleştirel okuma becerilerini geliştirmelerini engellemekte ve edebiyatın estetik yönünü görmezden gelen bir anlayışı güçlendirmektedir.
Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi Dersinde çelişkili durumlar söz konusudur. Şöyle ki, derste demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi kavramlar işlenirken, müfredatta verilen örnekler gerçek hayatla çelişmektedir. Örneğin, ifade özgürlüğü ve örgütlenme hakkı gibi konular müfredata dahil edilmesine rağmen, bu hakların kısıtlandığı güncel ve somut örnekler göz ardı edilmiştir. Bu şekilde öğrenciler, teorik olarak öğrendikleri ile pratikte gördükleri arasındaki farkı sorgulamakta zorlanmakta, bu da eleştirel düşünce ve yurttaşlık bilincinin zayıflamasına yol açmaktadır.
Yeni müfredatın içeriğinde, milliyetçi ve dini referansların arttığı, bilimsel ve laik eğitim anlayışından uzaklaşıldığı görülmektedir. Yeni müfredat kapsamında öğretim programlarında bilimsel eğitim ile ilgili olan pek çok nokta özenle ‘sadeleştirme’ ya da ‘ayıklamaya’ tabi tutulurken, tek adam rejiminin bütün hedeflerini açık ve gizli (örtük) amaç ve değerler üzerinden ders kitaplarına yerleştirerek kendilerince ‘dini’ ve ‘milli’ bir müfredat oluşturulmuştur.
KALICI YAZ SAATİ UYGULAMASI EĞİTİMİ VE ÖĞRENCİLERİ OLUMSUZ ETKİLEMİŞTİR
Elektrik şirketlerinin karını arttırmak amacıyla hayata geçirilen kalıcı yaz saati uygulaması 8 yıldır sürmektedir. Kalıcı yaz saati uygulaması nedeniyle ülkenin batısında yaşayan öğrenciler gün doğmadan, zifiri karanlıkta uyanıp evden çıkmak zorunda kalmaktadır. Benzer şekilde akşam geç saatlerde eve dönmektedir. Özellikle ikili öğretim yapan okullarda öğrencilerimiz ve kadın eğitim emekçileri kısa kış günlerinde, henüz gün doğmadan, karanlık sokaklarda, ciddi anlamda can güvenliği endişesiyle yola çıkmak zorunda bırakılmıştır.
Öğrencileri sabahları uykularını yeterince alamamakta ve kahvaltı yapamamaktadır. Öğrencilerin karanlıkta okula gitmek zorunda bırakılması nedeniyle çok sayıda öğrenci okula gelmek istemediklerini, ilk dersleri dinleyemediklerini ve anlatılanlarını belirtmektedir. Uykularını yeterince alamadıkları için sabah karanlığında güne başlayan öğrencilerin büyük bölümü ilk derslerde uyuklamakta ve derse yeterince katılamamaktadır.
Kalıcı yaz saati uygulamasının hiçbir tasarruf sağlamadığı TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası tarafından somut olarak ispatlanmış olmasına rağmen böylesine anlamsız bir uygulamasındaki ısrarın nedenini anlamak mümkün değildir. Kısa ve soğuk kış günlerinde öğrencilerin karanlığa mahkûm olmamaları için sabit yaz saati uygulaması inadından vazgeçilerek yaz saati-kış saati uygulamasına geri dönülmesi gerekmektedir. Eğitim emekçileri ve veliler, uygulamanın bir an önce kaldırılması gerektiği konusunda birleşmekte ve eğitim-öğretim sürecini olumsuz etkileyen uygulamanın kaldırılmasını talep etmektedir.
MESEM’LER ÖĞRENCİLERİN CAN GÜVENLİĞİNİ TEHDİT EDİYOR
2021 yılının aralık ayında 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu’nda yapılan değişikliklerle Mesleki Eğitim Merkezleri’nin (MESEM) yaygınlaştırılması ve meslek lisesi öğrencilerinin işletmelerde ucuz işgücü olarak çalıştırılmasının önü açılmıştır. Çocukların ucuz işgücü olarak kullanılarak kamu kaynaklarının sermayedarlara aktarılmasının bir yolu şeklinde tasarlanan MESEM’ler uygulamanın başladığı günden bu yana çocukları çarklarında acımasızca öğüten bir sistem haline gelmiştir.
MESEM'in çarkları, çocukların bir gün okula gittiği diğer günler belirlenen sanayi işletmesinde staj adı altında çalıştırılması şeklinde işlemektedir. Uygulama kapsamında çocuklara asgari ücretin üçte biri oranında staj ücreti verilirken, bu ücretin üçte ikisi kamu kaynaklarından karşılandığı için çocukların emeği, çocukların emeği, patronlara bizzat siyasi iktidar tarafından adeta altın tepside sunulmaktadır.
MESEM projesi iş yerlerinin ağır ve tehlikeli işler kapsamında araştırılması, iş yerlerindeki makinelerin iş sağlığı ve güvenliği kanunu çerçevesinde denetlenmesi ve iş kazalarıyla ilgili sorumlular hakkındaki hukuki sürecin takip edilmesi 16 yaş altı çocukların staj adı altında denetimsiz, kontrolsüz, tehlikeli ve çok tehlikeli işlerde çalıştırılması yasakken, çocuklar iş cinayetlerinde yaşamını yitirmeye devam etmektedir. Bugüne kadar MESEM kapsamında olan 12 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir. Yaşanan can kayıpları, kazalar ve hastalıklar MESEM programını ve bu program kapsamındaki iş yerlerinin denetlenmesi gerektiğini göstermektedir. MEB’in 2023/’24 örgün eğitim istatistiklerine göre MEB bünyesinde olan 377 Mesleki Eğitim Merkezi kapsamında “bir gün okul, dört gün işte” olanların sayısı 421 bin 520’dir. MESEM’lerde eğitim görenlerin 339 bin 556’sı erkek (yüzde 80), 81 bin 964’ü (yüzde 20) kadındır. Özel Mesleki Eğitim Merkezi sayısı 4’tür ve devam eden öğrenci sayısı 1.189’dur. Yaygın eğitim kapsamında Mesleki Eğitim Merkezlerine devam eden kursiyer sayısı ise 385 bin 956’dır.
Türkiye’de ilk defa ortaokulda öğrenim gören öğrencilerin kabul edileceği mesleki ve teknik Anadolu liseleri bünyesindeki “mesleki ortaokullar” Sivas, Bursa, Konya ve Burdur’da açılmıştır. MEB, MESEM’ler ile 15 yaş altına indirdiği çocuk işçiliği yaşını meslek ortaokulları açarak fiili olarak 10-11 yaşına indirmekte kararlı görünmektedir. Meslek liseleri, çıraklık ve MESEM gibi politikalarla çalıştırılan çocuk sayısı toplamda 2 milyonu geçmiş durumdadır.
ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ KANUNU (ÖMK) TÜM ELEŞTİRİLERE RAĞMEN YASALAŞMIŞTIR
2024/’25 eğitim öğretim yılının ilk yarısında öğretmenlerin, eğitim emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin sorunları Millî Eğitim Bakanlığı’nın yine gündeminde olmamıştır. Eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik, sosyal ve özlük hakları ve geleceğine yönelik talepler görmezden gelinirken, insanca yaşam ve insan onuruna yakışır ücret talepleri yok sayılmıştır.
Öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştıran, öğretmenlerin ekonomik sorunlarına çözüm üretmeyen, eşit işe eşit ücret ilkesini ortadan kaldıran, öğretmenler arasındaki ayrımcılığı ve eşitsizliği derinleştiren Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) düzenlemesi bütün itirazlara rağmen TBMM’de yasalaşarak yürürlüğe girmiştir. ÖMK’nin en tehlikeli düzenlemelerinden birisi olan Öğretmen Akademisi ile öğretmenlerin iktidarın siyasal çizgisinde yetiştirilmesi ve ideolojik olarak şekillendirilmesi hedeflenmiştir. Üniversiteden öğretmen diploması alarak mezun olan öğretmenlerin MEB tarafından ikinci kez eğitime alınması ve sonrasında aldığı puana göre atamasının yapılması planlanmaktadır. Akademinin özel sektörle iş birliği yapacak olması öğretmen eğitimlerini özelleştirme ve piyasa ilişkileri içine çekme riski taşımaktadır. Kamusal eğitim anlayışı yerine, piyasa odaklı bir modelin benimsenmesi, eğitimde eşitsizlikleri artıracak ve öğretmenlerin mesleki bağımsızlığını zedeleyecektir. Milli Eğitim Akademisi ile eğitimde bilimsel ve laik temellerin zayıflatıldığı, bunun yerine “değerler eğitimi” adı altında dinsel ve milli söylemlerin ön plana çıkarıldığı, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ne uygun bir öğretmen profili oluşturulmak istenmektedir.
Türkiye’de aynı işi yaptıkları halde farklı statü ve maaş kaleminde çalışmak zorunda kalan öğretmenler arasında halen var olan aday, sözleşmeli, kadrolu, ücretli öğretmen ayrımına uzman öğretmen ve baş öğretmen gibi yenilerini eklenirken, eğitim sisteminin rekabetçi ve eleyici yapısına öğretmenlik mesleği de eklenmiştir.
EĞİTİM EMEKÇİLERİ SIK SIK OKULDA ŞİDDETİN HEDEFİ HALİNE GELMİŞTİR
Toplum olarak hayatımızın her aşamasında evde, sokakta, iş yerlerinde her gün karşı karşıya kaldığımız şiddet olgusunun uzun süredir okullarımızı da sarmalamış olması çok sayıda eğitim ve bilim emekçisinin şiddetin hedefi haline gelmesine neden olmaktadır. Öncelikle bilinmelidir ki okullarımızın sık sık şiddet haberleriyle gündeme gelmesinde başta Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere iktidarın, bürokratların ve yandaş medya kurumları ile toplumun birçok kesiminin sorumluluğu vardır. Toplumsal hayatın her aşamasında yer alan şiddet olgusu, eğitim kurumlarını, işyerlerimizi ve öğretmenlerimizi de hedef almıştır.
Bugüne kadar eğitimden sorumlu olan bütün bakanların yaptıkları açıklamalarda eğitim sisteminde yaşanan olumsuzlukların sorumlusu olarak öğretmenleri göstermesi, CİMER uygulamasının eğitim emekçilerine karşı bir sopaya dönüştürülmesi, MEB’in eğitimde yaşanan sorunlara çözüm üretmek yerine öğretmenleri ve idarecileri veli/öğrenci karşısında tek muhatap olarak bırakması, eğitim emekçilerine yönelik şiddete zemin oluşturmaktadır. 2024/’25 eğitim öğretim yılının ilk yarısında ülkenin çeşitli yerlerinde eğitimciler sık sık öğrenci ve velilerin şiddetine maruz kalmıştır.
Türkiye’nin her yerinde eğitim kurumlarında birbirine benzer şekillerde eğitim emekçilerini hedef alan şiddet olaylarının yaşanması, şiddetin arkasındaki nedenlerin ortaya çıkarılmasını, eğitim kurumlarında eğitim emekçilerinin can güvenliğinin sağlanmasını gerektirmektedir.
MEB TARAFINDAN “İHTİYAÇ VE NORM KADRO FAZLASI” OLARAK BELİRLENEN ÇOK SAYIDA ÖĞRETMEN MAĞDUR EDİLMİŞTİR!
2024/’25 eğitim öğretim yılının ilk yarısında Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), tasarruf tedbirleri kapsamında, taşımalı eğitimi sınırlandırmaya yönelik kararları sonrasında öğrenci sayısı 30’un altında olan sınıfları birleştirme kararı sonrasında çok sayıda öğretmen norm fazlası durumuna düşürülmüştür. Benzer şekilde eğitim yöneticilerinin seçmeli derslerin seçiminde açık açık yönlendirme yapması nedeniyle çok sayıda öğretmen ihtiyaç ve norm fazlası haline gelmiştir.
MEB Norm Kadro yönetmeliği, okulunda çalışan öğretmenleri bir anda ihtiyaç fazlası durumuna düşürebilmekte, atama yönetmeliği ile de öğretmen ikametgâhından uzak yerlere görevlendirilmekte veya resen atanabilmektedir. İlgili işlemleri yapma yetkisi illerde valiliklere bırakılmıştır. Bu durum özellikle büyükşehirlerde norm fazlası durumunda olan öğretmenleri tedirgin etmiştir. Ayrıca norm fazlası olma durumunun kimi okul müdürlerince farklı şekillerde kullanılması, ders saatleri azaltılarak bazı öğretmenlerin norm fazlası haline getirilmesi yönünde örnekler yaşanmıştır. Mevcut norm kadro yönetmeliğindeki eksik ve yanlış tanımlamalar nedeniyle öğretmenler bir anda norm fazlası durumuna düşürülüp, re’sen atama tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Re’sen atama uygulamalar hak kayıplarına ve yeni sorunlara yol açmaktadır.
Norm fazlası öğretmenlerin istemedikleri bölgelere atanması veya farklı okullarda görevlendirilmesi, öğretmenlerin sosyal ve ailevi yaşamını zorlaştırmıştır. Özellikle belirli bir bölgede hayat kurmuş olan öğretmenler, yeni görev yerlerinin uzaklığı nedeniyle ailelerinden ayrılmak zorunda kalmıştır.
SONUÇ
2024/’25 eğitim-öğretim yılının ilk yarıyılında ortaya çıkan tablo, eğitim sistemimizin yıllardır çözülmeyen ve giderek derinleşen yapısal sorunlarını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Eğitim politikalarının “piyasa” ve “din” merkezli olarak biçimlendirilmesi ve iktidarın siyasal-ideolojik hedeflerine göre biçimlendirilmesi hem öğrencilerin hem de eğitim emekçilerinin haklarını ve ihtiyaçlarını göz ardı eden bir anlayışın sonucudur. Öğrencilerin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamaması, bölgesel farklılıklar, eğitim emekçilerinin çalışma koşulları, öğrencilerin temel eğitim ihtiyaçlarının karşılanamaması, bilimsel laiklik eğitimden uzaklaşma, bu dönemin en belirgin sorunları olarak öne çıkmıştır.
Eğitim Sen olarak, bu sorunların yalnızca günübirlik tedbirlerle değil, köklü ve kamusal eğitim politikalarının benimsenmesiyle çözülebileceğini savunuyoruz. Kamusal eğitim politikalarının odağında, bilimin ışığında, eşitlik ve laiklik temelinde bir eğitim sistemi inşa etmek yer almalıdır. Kamusal eğitim, siyasal iktidarın ve bir bütün olarak devletin ekonomik ve demokratik talepleri karşılaması için zorlandığı, eğitim hizmetinin herkes için eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını ifade eden bir kavramdır. Bir ülkede herkesin eşit koşullarda yararlanabileceği bir eğitim hakkından bahsedebilmek için eğitimin fiziksel ve ekonomik yönden de erişilebilir olması gerekir. Eğitime erişim hakkını düzenleyen her türlü ulusal/uluslararası yasa/sözleşme, devletlere bu hakkın ayrım yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirmektedir.
Türkiye’deki bütün eğitim kurumları, iktidarın ırkçı, mezhepçi, ayrımcı ve otoriter uygulamaları nedeniyle gerçek işlevlerinden hızla uzaklaştırılmıştır. Herkesin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanabilmesi için eğitim herkesi kapsamalı, yeterli sürede verilmeli, yaşam boyu ulaşılabilmeli, kamusal bir anlayışla parasız olmalı, içeriğinin çağdaş, bilimsel ve laik olmalı, resmi dil yanında diğer ana dillerde de yapılabilmelidir. Okullarda verilen eğitimin içerik bakımından dini esaslara göre değil, bilimsel esaslara dayalı olması, eğitimin gerçek anlamda laik ve demokratik bir yapıda örgütlenmesi yönündeki mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimiz bilinmelidir.