Saldırıların odağında bulunan Tişrin Barajı taraflar için ne önem arzediyor?
MESUT BOR
Tişrin Barajı, Suriye’nin doğusunda Fırat Nehri üzerinde yer alan ve hem ülkenin iç dinamikleri hem de bölgesel ilişkiler açısından son derece kritik bir konuma sahip olan devasa bir mühendislik projesidir. Baraj, inşa edildiği 1999 yılından bu yana Suriye’nin enerji, tarım ve su yönetimi politikalarının merkezinde yer almış, ancak özellikle 2011’de patlak veren iç savaşla birlikte hem fiziksel hem de stratejik anlamda ağır bir yük altına girmiştir. Bu yapının önemi, yalnızca teknik işlevleriyle sınırlı kalmayıp, ekonomiden siyasete, çevreden uluslararası diplomasiye uzanan geniş bir yelpazede etkiler yaratmasından kaynaklanır.
Barajın en belirgin rolü, ülkenin enerji ihtiyacını karşılamadaki payıdır. 630 MW kurulu gücüyle Suriye’nin en büyük hidroelektrik santrallerinden biri olan Tişrin, ülke genelinde elektrik üretiminin yaklaşık %10’unu tek başına sağlayabilme kapasitesine sahipti. Bu rakam, özellikle savaş öncesi dönemde şehirlerin ve sanayi tesislerinin artan enerji talebini karşılamada hayati bir rol oynuyordu. Fosil yakıtlara bağımlılığın azaltılması ve yenilenebilir enerjiye geçiş hedefleri göz önüne alındığında, barajın ülkenin enerji çeşitlendirmesi açısından ne denli önemli olduğu ortadadır. Ancak savaş sırasında yaşanan kontrol mücadeleleri, altyapıda meydana gelen hasarlar ve bakım eksikliği nedeniyle bu kapasitenin önemli ölçüde düştüğü bilinmektedir.
Tarımsal açıdan ise Tişrin Barajı, Fırat Nehri’nin sularını kontrol altına alarak Suriye’nin doğusundaki verimli toprakların sulanmasını mümkün kılmıştır. Özellikle Rakka ve Deyrizor gibi tarım havzaları, baraj sayesinde yıl boyunca suya erişim imkanı bulmuş ve buğday, pamuk, arpa gibi temel ürünlerin yetiştirilmesinde büyük bir artış sağlanmıştır. Suriye’nin kurak iklim koşullarında tarımsal üretimin sürdürülebilirliği, gıda güvenliği ve kırsal ekonomilerin ayakta kalması için bu sulama imkanı hayati önem taşır. Nehir sularının düzenlenmesi aynı zamanda mevsimsel taşkınların önüne geçerek yerleşim alanlarını ve tarım arazilerini korumuş, su kaynaklarının daha dengeli dağılımını sağlamıştır. Baraj gölü ayrıca bölgedeki şehirler için temiz içme suyu kaynağı işlevi görürken, yaz aylarında artan kuraklık riskini hafifletmede de etkili olmuştur.
Jeopolitik boyutu ise Tişrin Barajı’nı uluslararası bir mesele haline getirir. Fırat-Dicle havzası, Türkiye, Suriye ve Irak arasında yüzyıllardır su paylaşımı konusunda gerilimlere sahne olmuştur. Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında inşa ettiği Atatürk Barajı gibi devasa yapılar, Fırat’ın Suriye’ye ulaşan su miktarını doğrudan etkilemekte ve bu durum Tişrin Barajı’nın verimliliğini riske atmaktadır. 1987’de imzalanan ve Türkiye’nin Suriye’ye saniyede en az 500 metreküp su bırakmasını öngören geçici protokol, iki ülke arasındaki gerilimli ilişkilerde sık sık gündeme gelir. Suriye’nin su güvenliği endişeleri, özellikle iç savaş sonrası dönemde daha da şiddetlenmiş, Tişrin Barajı’nın işleyişi hem ulusal bir mesele hem de bölgesel diplomasinin kırılgan bir unsuru haline gelmiştir.
Ekonomik olarak baraj, inşaat aşamasında binlerce kişiye istihdam sağlamış ve bölgeye yatırım çekmiştir. Enerji üretimi ve sulama imkanları, tarım ve hafif sanayinin gelişimini desteklemiş, özellikle Rakka gibi şehirlerde ekonomik canlanmaya katkıda bulunmuştur. Ancak savaşın başlamasıyla birlikte bu kazanımların çoğu tersine dönmüştür. DEAŞ’ın 2013-2017 yılları arasında barajı kontrol etmesi, altyapıya ciddi zararlar vermiş, türbinlerin ve sulama kanallarının kullanılamaz hale gelmesine yol açmıştır. Rejim güçlerinin 2017’de bölgeyi geri almasının ardından bile, uluslararası yaptırımlar ve finansal kaynak eksikliği nedeniyle barajın tam kapasiteyle çalıştırılması mümkün olmamıştır. Bu durum, elektrik kesintilerinin kronikleşmesine ve tarımsal üretimin düşmesine neden olarak halkın yaşam koşullarını daha da zorlaştırmıştır.
Çevresel ve sosyal etkiler ise barajın karanlık yüzünü oluşturur. Fırat Nehri’nin doğal akışının kesilmesi, nehir ekosisteminde geri dönüşü zor hasarlara yol açmış, balık göç yollarını engellemiş ve su kalitesinde düşüşe neden olmuştur. Ayrıca baraj gölünün oluşumu sırasında binlerce hektar tarım arazisi ve tarihi yerleşim alanı sular altında kalmış, on binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda bırakılmıştır. Bu yerinden edilme süreci, yetersiz tazminat politikaları ve yeniden yerleşim desteğinin olmaması nedeniyle derin sosyal travmalara yol açmıştır.
Günümüzde Tişrin Barajı, Suriye’nin yeniden inşa sürecinin sembollerinden biri haline gelmiştir. Ancak rejimin uluslararası izolasyonu, yaptırımlar ve finansman eksikliği, barajın rehabilitasyonunu neredeyse imkansız kılmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin Fırat’ın su akışını kontrol eden konumu, Suriye’nin gelecekteki su güvenliği konusunda belirsizlikleri artırmaktadır. Bölgedeki diğer aktörlerle iş birliği olmadan, ne barajın tamir edilmesi ne de su kaynaklarının adil paylaşımı mümkün görünmektedir.
Sonuç olarak Tişrin Barajı, Suriye’nin modern tarihinde teknik bir başarı olmanın ötesinde, ülkenin kaderini şekillendiren bir simgedir. Enerji, tarım ve su yönetimindeki merkezi rolü, onu hem bir umut kaynağı hem de çatışmaların odağı haline getirmiştir. Ancak iç savaşın yıkıcı etkileri, çevresel bedeller ve bölgesel gerilimler, bu devasa yapının sürdürülebilirliğini ciddi şekilde tehdit ediyor. Barajın geleceği, yalnızca Suriye’nin toparlanma kapasitesine değil, aynı zamanda Fırat havzasındaki ülkelerin suyu bir iş birliği aracına dönüştürüp dönüştüremeyeceğine bağlı olarak şekillenecektir.