Oktay Candemir, İçimizdeki Esatçılar ve Fesatçıları yazdı
OKTAY CANDEMİR
Çavuşesku, Salazar, Mariam, İdi Amin, Saddam, Kaddafi, Mübarek ve daha nicelerinden sonra bir diktatör daha tarihin kanlı sayfalarına adını yazdırarak tepetaklak oldu.
Dikkat ettiniz mi? Diktatörlerin devrilmediği, görevini bitirdikten sonra ya da iyice yaşlandıktan sonra kendi iradesiyle bıraktığı tek ülke Türkiye’dir. Ben Türkiye’de, Kenan Evren dahil, devrilen bir diktatör görmedim. Hepsi de paşa paşa yönetti ve emekli oldu. Emeklilikte ise diledikleri gibi yaşadıktan sonra herhangi bir fani gibi ölüp gittiler.
27 Mayıs Darbesi’nin lideri Cemal Gürsel, Cumhurbaşkanı iken rahatsızlandı ve ABD’ye tedavi olmaya gitti. Felç geçiren Gürsel, rahatsızlığı ilerlediği için 1966’da Cumhurbaşkanlığı görevinden kendi isteğiyle ayrıldı.
12 Mart 1971 Muhtırası’nın lideri Memduh Tağmaç, darbeyi yaptıktan bir yıl sonra kendi isteğiyle emekli oldu.
12 Eylül Darbesi’nin muktedir ismi Kenan Evren, binlerce insanın ölümüne ve binlercesinin sürgün olmasına neden oldu; 17 yaşında Erdal Eren’in yaşını büyüterek idam etti. Başta Diyarbakır Cezaevi olmak üzere cezaevlerini işkencehanelere çevirdi. Ama buna rağmen, 1989 yılında darbe ile oturduğu Cumhurbaşkanlığı makamını Turgut Özal’a devretti.
Keza son 22 yıldır yaşadıklarımızın Mısır’dan, Suriye’den, Libya’dan farkı yok. Ancak bizde ortaya 5 yılda bir sandık konulduğu için herkes bunu demokrasi zannediyor.
Bunları neden söylüyorum? Esat’ın devrilmesi üzerine “Bir diktatörün sonu” diye sevinen, manşetler atan, Meclis kürsüsünde haykıran Türkiye’nin hali beni düşündürüyor. Bizim ne farkımız var Esat’tan diye sormuyorlar. Esat’ın Kürt politikası ile Türkiye’nin Kürtlere yönelik tavrı arasında ne fark var?
Her toplumda, her dönemde ilginç bir güruh vardır: Gözünün önündeki çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu görmez; fakat uzak diyarlardaki iktidarların despotluklarını ince bir gurmeymiş gibi tartışır. Bizde de bunlardan çokça var: İçimizdeki Esatçılar.
Hayır, yanlış anlamayın, bu “Esatçılar” illa Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad hayranı falan değil. Ama onun iktidar tarzını hayranlıkla inceleyen, hatta içten içe uygulamak için can atan bir grup. Demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi kavramlarla sahte bir flört içindeler. Ancak iş kendi mahallelerine, kendi iktidar alanlarına gelince, bir anda “minik Esat’lara” dönüşüveriyorlar.
Bu Esatçılar, otoriterliği yalnızca başkalarında eleştirmeyi sever. Mesela, Suriye’deki baskıcı rejimi yerden yere vururken, kendi ülkelerinde gazetecilerin tutuklanmasını “milli güvenlik meselesi” olarak görürler. Kendi liderleri en ufak bir eleştiride “hainler, dış mihraklar, üst akıl” naraları atarken, Esat’ın aynı dili kullanmasını alaya alırlar. Bu çelişkiyi sorduğunuzda ise size 40 yıllık stratejist edasıyla cevap verirler: “Ama o diktatör, bizde demokrasi var.”
İçimizdeki Esatçılar’ın favori hobilerinden biri de toplumu bölmek, ayrıştırmak ve herkesi bir “biz” ya da “onlar” kutusuna sıkıştırmaktır. “Bizden olan” ne yaparsa yapsın haklıdır, “onlardan olan” ise baştan suçludur. Özgürlük, hukuk ve demokrasi yalnızca “bizden olanlar” için geçerlidir. Peki diğerleri? Onlar zaten “vatan hainidir”, “ajan”dır ya da artık hangi yafta modaysa o.
Bu güruh, gündüzleri sosyal medyada demokrasi dersi verirken, akşam olunca ekran başına geçip sansürlü haberleri alkışlar. Ülkenin dört bir yanında adalet çığlıkları yükselirken, “ama dış güçler” diyerek kafalarını kumdan çıkarmazlar. Esatçılık bir yaşam biçimidir; her şeyden biraz utanmayı gerektirir, ama asla kendinden utanmayı değil.
İçimizdeki Esatçılar’ın en trajik yanı ise bir yandan eleştirdikleri otoriter liderlere aslında gizliden hayranlık duymalarıdır. “Keşke bizde de şöyle sert bir lider olsa da ortalık düzelse, lider dediğin yumruğunu masaya vuracak” diye iç geçirirler. Ama bunu sesli söylemezler, çünkü hâlâ demokrat rolü yapmaları gerekiyor. Ne de olsa, bu devirde “diktatör severim” demek hoş karşılanmıyor. Ama bir gün o güç ellerine geçse, küçük bir Esat olmaktan asla çekinmeyecekler.
Sonuç mu? İçimizdeki Esatçılar, eleştirdikleri şeyin küçük birer kopyası olmaktan asla vazgeçmeyecekler. Çünkü otoriterlik yalnızca saraylarda değil; bazen tweet’lerde, bazen mahalle kahvesinde, bazen de muhalif maskeler ardında gizlenir. Ve belki de en büyük tehlike, bu maskelerin ardında gerçek bir demokrasi hayali olmadığını unutmamızdır.
Bunlar sadece Esatçı değiller, o kadar da fesatçıdırlar. Bu fesatçılar, Suriye’de ortalığı iyice karıştırıp Kürtlerin herhangi bir hak elde etmemesi adına var güçleriyle mücadele ediyorlar. Ama nafile!
Esat nerede? İçimizde. Peki, ne yapacağız? Bilmiyorum. Belki önce bir aynaya bakarız. Belki de sadece bir Esat’tan diğerine geçmek için sıradaki bahaneyi bekleriz.