DEVLETİN ELİ, BAHÇELİ’NİN KOLU
Türk siyaseti hamasetten ibarettir. Resmi açılışlarda birbirlerini severler, karşılıklı sohbet ederler ve topluma ılımlı mesajlar verirler ama iki üç oturumun ardından yumruk yumruğa kavga etmeye başlarlar. Bu da olmadığında vatan-millet edebiyatı ile günlerini gün ederler.
“Şimdi milletvekili olduk, meclisi doldurduk, sevinçliyiz hepimiz, yaşasın meclisimiz!”…
Böyle şen şakrak başlayan yüce meclisimiz, sonra başlar, “Duma duma dum, ben bir yalan uydurdum” şarkısını söylemeye.
TBMM açılışında DEM Partili vekillerle el sıkıştı, tokalaştı. En son 2007 seçimlerinden sonra mecliste DTP milletvekillerinin elini sıkan Bahçeli’nin bu tavrı, “Yeni bir süreç mi başlıyor?” tartışmalarına neden oldu.
Keşke, DEM Partililer, Bahçeli’nin el tokalaşma merasimine yanıt vermeseydi. Genel Kürt kamuoyunun tepkisi de bu yönde oldu. Olan oldu ama önemli olan bundan sonra Bahçeli'ye kolunu kaptırmamak. DEM Parti’nin bunun dışında Erdoğan meclis girdiğinde ayağa kalkmaması ise doğru bir hareketti.
Bahçeli’nin tutumunun pragmatik bir yaklaşım mı yoksa meclis teamüllerine uygun bir nezaket jesti mi olduğu konusunda farklı yorumlar yapıldı. Bazı kesimler bunu meclisteki gerginliklerin azaltılması ve diyaloğun artırılması yönünde bir adım olarak değerlendirse de, 40 yıllık Bahçeli’yi tanıyanlar onun asla böyle bir niyeti ve düşüncesi olmayacağını açıkça ifade ediyorlar.
“Bayram değil, seyran değil, eniştem beni öptü” dedirten Bahçeli, ardından “Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” diye kendisinden beklenmeyen bir açıklama yaptı. Daha dün DEM Parti kapatılsın diyen Bahçeli, ne oldu da böyle davranmaya başladı, henüz bilmiyoruz.
Bahçeli ile aynı fikirde olmak zaten başlı başına korkunç bir durum, ama yine de Bahçeli’nin ağzından “barış” kelimesini duymak son tahlilde olumlu bir şey. Ancak Bahçeli’nin barış amaçlı bunu yaptığına inanmak saflık olur.
Bahçeli “barış” diyorsa, oturup bin defa düşünmek lazım. Elinde dehre ile dolaşan birinin barış diye bir niyeti olamaz; muhakkak yeni bir kavgaya hazırlanıyordur.
CHP de TBMM açılışında yeni bir yol denedi. Erdoğan’ın önünde ayağa kalktı ama alkışlamadı. Vizontele filmi geldi aklıma: “Duvarı yıkmışlar, pirketleri de kırmışlar. Madem duvarı yıktınız, pirketleri neden kırıyorsunuz? Madem pirketleri kırdınız, duvarı neden yıktınız?”
Önünde ayağa kalkmışsın, madem alkışlamamanın manası nedir? Bari otursaydınız da öyle alkışlamasaydınız. Özgür Özel geldiğinden beri CHP’nin kafası pek karışık görünüyor. İkinci parti oldukları dönemlerde bile Erdoğan’a böyle davranmayan CHP, tam da en yüksek oyu alarak birinci parti olduğu bir dönemde Erdoğan’ın önünde ayağa kalkıyor. Adeta Erdoğan’ı bir daha cumhurbaşkanı yapmak için özel bir çaba gösteriyorlar.
AKP hükümeti topal ördek olmuş ama muhalefetin yaptığına bakın. Yıllardır derim ki Türkiye’nin en büyük sorunu muhalefetsizliktir. Tam da kastettiğim budur. Bunlardan olsa olsa hava muhalefeti olur, başka da bir şey olmaz.
Türk’ün siyaseti rezalettir. Bahçeli eğilip elini öpmek ister, CHP onun önünde ayağa kalkar. Sonra suçlu yüzde 60 oluyor, o oluyor, bu oluyor. Biz de seçimlerde CHP’nin Erdoğan’ı yenerek bizi kurtaracağına inanıyoruz!
Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorlar bizimle. Aziz Nesin’in dediği gibi tam bir Zübük siyaseti. “Cambaza bak cambaza” diyerek vatandaşı soymaya devam ediyorlar.
Apê Musa anlatırdı: “Nasrettin Hoca evin önünde kaybettiği anahtarını, sokağın başındaki fener direğinin dibinde arıyormuş. Soranlara, evin önü karanlık, burası aydınlık dermiş.”
Bizim muhalefet böyledir işte; evin önü karanlık ama onlar, ışıkları sönmüş AKP’nin evinin önünü aydınlatmaya devam ediyor.
“Kamer Genç, ‘Sabah ezanının vaktini bir müminler, bir de hırsızlar bilir’ demişti.” Türk siyasetinin özeti budur, başka söze gerek kalmıyor.