ANAYASASIZLAŞTIRMA HALLERİ
Anayasa hukuku profesörü ve Ekim ayında yapılacak seçimlerde Baroda Değişim çağrısıyla İstanbul Barosu Başkanlığına adaylığını açıklayan İbrahim Kaboğlu'nun "Anayasasızlaştırma" deyişi Erdoğan merkezli oligarşinin hukuk dışılığını en iyi anlatan kavramlardan biridir.
2017 Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanın iki dönemle sınırlı(5+5) görev süresinde bir değişiklik yapılmadı. Meclisin 3/5 çoğunluğunun kararı olmadan Erdoğan'ın yeniden aday olması mümkün değilken, üçüncü kez aday oluşu Anayasaya aykırılıktan öte TCK'da suç olarak tanımlanan Anayasayı ihlal suçunu oluşturmaktadır. Polis, asker ve yargısal görev yapan YSK'nın cebri gücü kullanılarak Anayasayı ihlal suçunun cebir unsuru gerçekleşmiştir.
Anayasasızlaştırma, Anayasa ihlalinin görünümlerinden biridir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin ve Yargıtay 3.Ceza Dairesinin eş güdüm içinde Can Atalay'la ilgili tutumu da tipik bir Anayasasızlaştırma eylemidir. Bu eylemin yürütücülerin hâkim unvanına sahip oluşu eylemi hukukileştirmez tersine eylemin vahametini artırmakla birlikte devlet içinde yasadışı bir örgütlemenin varlığını gözler önüne seriyor.
Muhalefet partilerinin Anayasasızlaştırma konusundaki pasifliğinin buna zemin oluşturduğu gerçeğini kaydetmek gerekiyor. CHP'nin yeni genel başkanı aynı tutumu sergilemeye devam ederek hukuksuzluğu meşrulaştırıp kalıcılaştırmada rol oynuyor. Bu yolla iktidarın kendi ellerine verileceğine inanıyor. Öyle olsaydı iktidarı Kılıçdaroğlu'na verirlerdi. 2023'te bunu görmüş olduk. Bütün sorumluluk Kılıçdaroğlu'na yüklenerek aynı hatanın sürdürücüsünün adı bu kez Özgür Özel oluyor. Daha da ileri gidilerek Erdoğan iktidarının mali dayanakları olan beşli çetelerin varlığına eleştiri de getirilmiyor. Anayasasızlaştırma somut olarak Yargının Yürütmenin emir ve talimatıyla görev yapabilir duruma getirilmesidir. Ekrem İmamoğlu'na açılan ve “Ahmak davası” olarak bilinen davada görev yapan hâkimin başka bir yere atanması ve yerine atanan hâkimin siyasi yasağı kapsayacak bir ceza verilmesini Anayasasızlaştırmanın tipik örneğidir. Benzer bir durum Gezi ve Kobani gibi davalarda verilen cezalar için de geçerlidir.
Devletin Anayasa ve yasaları takmayışının alt birimlere yansıyışı daha korkunç sonuçlara yol açıyor. İstanbul'da polisin silahını alarak karakoldan kaçan 19 yaşındaki şüphelinin bir polisi öldürmesi olayından sonra yaşandı. Şüpheli siyah çöp torbasına sarılı bir şekilde hayvan naklinde kullanılan bir araçla adliyeye getirildi. Bu anın görüntüleri medyaya servis edildi. Bu olay birkaç polis veya müdürünün tek başına eylemi olamaz. En üst düzeyde bir onaylama ile yapıldığı kuşkusuzdur. Burada konusu suç teşkil eden bir emrin varlığından söz edilebilir. Bu durumda emri yerine getirenin "ben verilen emri yerine getirdim" diyerek sorumluluktan kurtulması mümkün değildir. Çünkü şüpheliye yapılan muamele TCK'da düzenlenmiş bulunan işkence suçunu oluşturuyor. Bu suçu işleyenlerin memuriyet sıfatlarına bakılmadan Cumhuriyet Savcısın doğrudan soruşturma açma görevi vardır. Savcıların bu görevini yerine getirmemeleri savcı açısından görevi kötüye kullanma suçunu gündeme getirmekle birlikte şüpheliye işkence adliye koridorlarında devam etmiştir. Büyük olasılıkla şüpheli o haliyle savcı ve hâkimin karşısına çıkartılmıştır. Böylece savcı ve hâkim açısından işlenmeye devam edilen işkence suçuna iştirak etmekten söz edilebilir. Burada önemli olan husus bütün resmi görevlilerin eylem ve irade birliği şeklinde hareket etmeleridir. Bu da bu eylemin üst düzey görevlilerin emir ve talimatı ile gerçekleştirildiğini gösteriyor. Anayasasızlaştırma ve anayasa ihlalin hali de buradadır. Anayasasızlaştırma kendisini insan haklarını ihlal eden kamusal görev yapan polis ve askerlerin hiçbir ceza ile karşılaşmamaları ve Musa Anter cinayetinde olduğu gibi zamanaşımına uğrama şeklinde de devam ediyor. İdari görev yapanların eylem ve işlemlerine karşı yargısal yolun fiilen kapalı olduğu dikkate alındığında toplum için direniş ve haklı savunmadan başka bir yolun kalmadığı görülüyor. Anayasa ve mevcut yasalarda bu konuda düzenlemeler olduğunu da vurgulayalım. Bu nedenle Anayasa ve hukuka uygun davranmak esas olmalıdır.